Orta Vadeli Program’da işçi ve emekçilere yönelik saldırılar – Hakkı Taşdemir

Daha önce Eylül ayının ilk yarısında açıklanacağı ilan edilen 2023-2025 yıllarına ait “Orta Vadeli Program”, (Yazının bundan sonraki bölümünde OVP olarak anılacak) ilan edilen termine uygun olarak 6 Eylül tarihinde ilan edildi.

Aslına bakacak olursanız iktidarda bulunduğu yirmi yılı aşkın süre boyunca küresel sermayenin aktörlerine ve bunların Türkiye’deki işbirlikçilerine hizmette kusur etmeyen (!) AKP kadrolarının hazırlamış oldukları planda, ülkeyi içine düşmüş olduğu ekonomik krizden çıkaracak önlemler beklemek hayalcilik olurdu. Açıkça belirteyim ki böyle bir beklenti içinde değildim. Kişisel olarak OVP’de işçi/emekçi kesimlere getirilecek ek yüklerin neler olacağını merak etmekte idim sadece. Plan bunun ipuçlarını verdi. İlk ağızda işçi/emekçi kesimlere beş büyük ek yük getirileceğini ilan etti adeta.

İsterseniz “verginin tabana yaygınlaştırılması” ile başlayalım işe.

Bunun Türkçesi “kurumlar vergisine dokunmayacağız, dolaylı vergileri ise arttıracağız” demek. Bir başka anlatımla KDV, ÖTV, Özel İletişim Vergisi vb. artacak, buna karşın şirketlerin kârları üzerinden alınan vergilere dokunulmayacak. Böylece tekstil atölyesinde çalışan son ütücü ile Koç Grubu başkanı aynı oranda vergi ödemiş olacaklar. Yani işçi/emekçiler zaten kısıtlı olan gelirlerinden daha fazlasını vergi ödemeye ayırmak zorunda kalırlarken patronların gelirlerine dokunulmayacak.

Buradan kredi kartı kullanımına geçelim.

Kredi kartları kullanımı ile taksitlendirme sayısına kısıtlama getiriliyor. Bunun amacı talebi kısıp enflasyonu kontrol altına almak(mış). Oysa dünya alem bilir ki Türkiye’de enflasyon talep fazlalığından değil TL’nin olağanüstü değer kaybının üretim ve dağıtımda kullanılan ithal girdilere yansıması sonucu oluşan maliyet enflasyondur. Uygulama sonucunda zaten yetersiz olan talep bir miktar daha düşecek ancak enflasyon düşmeyecektir (Nitekim OVP raporunda enflasyonun 2023 ve 2024 yıllarında düşmeyeceğini itiraf etmişler kendileri de). Azalan talep piyasalarda durgunluğa neden olacak bunun sonucunda da işsizlik artacak. Bu arada özellikle çocuklarının okul gereksinmeleri için kredi kartı ve taksitlendirme olanaklarından yararlanmaya çalışan dar gelirliler bu olanaktan (kısmen de olsa) mahrum kalacakları için önemli sıkıntılar yaşayacaklar.

Buraya kadar sayılanlar önemi görece düşük olan uygulamalardı. Daha önemli olanları ise bundan sonra göreceğiz…

Öncelikle “Güvenceli esneklik” ten söz edelim.

Bizlerin OVP sayesinde tanıştığımız bu kavram yaklaşık 30 yıldan beri Avrupa ülkelerinin yabancısı olmadığı bir uygulamanın ifadesi. Patron kısmının pek sevdiği “İstihdamda Esneklik” kavramının çirkin yüzü açığa çıkıp çalışan yığınlar tarafından kabul görmemeye başlayınca yaratıldı bu kavram. İstihdamda esneklik ama çalışana güvence! Peki, birbiri ile çelişkili bu iki sözcük nasıl uyumlu hale getirilmiş? Buyurun.

Dört farklı esneklik sunmakta bu kavram işveren kesimine:

* Dış sayısal esneklik: İşe alma ve işten çıkarma eylemlerinin basitleştirilmesini ve kolaylaştırılmasını güvenceye alır.

* İç sayısal esneklik: Fazla çalışma, esnek çalışma saatleri, kısmi çalışma (Part-Time),dönemsel çalışma ve kısa süreli çalışma uygulamalarını güvenceye alır.

* İşlevsel Esneklik : İşçilerin farklı iş istasyonlarında uzmanlıklarının olmadığı pozisyonlarda da çalıştırılmalarını güvenceye alır.

* Ücret Esnekliği: İşçilerin performans değerlendirme sistemine bağlı olarak ücretlendirilmelerini böylece aynı işi yapan işçilerin farklı ücret almalarını güvenceye alır.

Çalışanlara getirdiği söylenen (sözde) güvenceler ise aşağıdaki gibidir:

* İstihdam güvencesi: Aynı işverene bağlılık şartı olmaksızın istihdamın devamını güvenceye alır. Bu bir anlamda da “işveren seni işten çıkarabilir, sana başka iş buluruz” demek. İşçinin işyerinde çalışmış olduğu süre boyunca elde ettiği izin vb. hakların ne olacağı sorusunun yanıtı yok elbette.

* Gelir güvencesi: İşçinin işsiz kaldığı sürelerde bir gelire sahip olmasını güvence altına alır.

Yukarıdaki iki (sözde) güvence arasındaki çelişmeyi bir yana bıraksak bile uygulamanın zaten işveren kesimi tarafından yıllardan beri sürdürdüğü “esnek çalışma” tatbikatının devlet programında yer alması anlamına geldiği çıplak gözle bile görülmekte.

Devam edelim; bir de “Tamamlayıcı Emeklilik Sigortası” (TES) çıkıyor karşımıza. Daha önce yürürlüğe girmiş olan “Bireysel Emeklilik Sigortası” (BES) modelinin bir adım daha ileri gidip emekçilerin gelirine biraz daha fazla göz dikmiş hali.

Eski uygulamada, işçi BES’e zorunlu olarak girmekte ancak belirli bir süre prim ödedikten sonra dilediği takdirde sistemden çıkabilmekte idi. Yeni uygulamada işçilerin elinden bu hak alınmakta ve emekli oluncaya kadar sistemde kalmaya zorlanmakta. Gerekçe olarak emeklilik halinde ikinci bir maaş ödemesi vaadi söz konusu. Ancak bu vaadin nasıl gerçekleşebileceğine yönelik bir bilgi yok henüz. Kanımca devlet bütçesindeki açığın bir miktar da olsa kapatılabilmesi için çalışanların gelirine göz dikilmesi olayı var esas olarak. Uygulama sayesinde yılda 50 milyar TL’nin üzerinde bir para girecek sisteme.

Sistem demişken, TES’i bir sistem haline getirip “Tamamlayıcı Emeklilik sistemi”nin bir parçası haline getirme planı var ilan edilen belgede. Mantık şu şekilde işliyor:

Emeklilik, çalışanların belirli şartları yerine getirmesi halinde kazanacağı bir haktır. Karşılığı da emekli maaşıdır. Ancak sosyal güvenlik sistemi aracılığı ile ödenen emekli maaşları bir yandan yetersiz kalmakta öte yandan devlet bütçesi için yük oluşturmakta. Bu durumun çözümü için ikinci bir emekli maaşının devreye girmesi gerek (TES maaşı). Ancak bu da yeterli olmayabilir, çalışan emekli olduğunda bir miktar toplu para almalı. Nereden bulunacak bu para? Kıdem tazminatları fonundan!

Böylece işçinin çalışmış olduğu işyerinden ayrılırken alıp cebine koyduğu kıdem tazminatına da el konulacak yönetim tarafından.

İşverenler çalıştırdıkları her işçi için brüt maaşlarının yüzde 8,33’ü tutarında bir meblağı fona yatıracak kıdem tazminatı karşılığı olarak. Bu paralar fonda birikecek ve işçiye ancak emekli olduğunda ödenecek. Peki, işçi işsiz olduğu dönemde nasıl geçinecek? İşsizlik sigortasından alacağı ödenek ile.

Bu gülünç mantık esas itibarı ile işçinin kıdem tazminatına el konulması ve kurulması düşünülen fon aracılığı ile değişik işveren kesimlerine “ucuz kredi” olarak aktarılmasını amaçlamakta.

Fonlar açısından sabıkalı bir ülkedir Türkiye.

Ancak yaşı 60’ın üzerinde olanların hatırlayabilecekleri MEYAK (Memur Yardımlaşma Kurumu) adına 1970-1982 arasında 12 yıl boyunca devlet memurlarının maaşından yüzde 5 kesinti yapılmıştı. 12 yıl sonunda toplanan paralar yüzde 60 fazlası ile ödendi. Oysa sadece ödemenin yapılmış olduğu yıl enflasyon yüzde 100’ün üzerinde idi ülkede.

Daha yakın tarihlerde (1990’lı yıllar) iki farklı fon uygulaması gördük. Konut Edindirme Yardımı Fonu ve Tasarrufa Teşvik Fonu. Her ikisi de fiyasko ile sonuçlandı ve emekçiler yıllarca ödedikleri paranın karşılığında nemalanmak şöyle dursun ana paralarını bile alamadılar.

Geçmiş geleceğin teminatı olur, eğer yaşanmış olanlardan ders çıkarılmazsa. TES ve uygulamalarına karşı sesimizi çıkarmazsak bırakalım daha güzel bir emeklilik hayallerini uzun mücadeleler ile elde etmiş olduğumuz kıdem tazminatı hakkımızı bile tehlikeye atabiliriz.

OVP’nin işçi ve emekçilere yönelik planlarını bozmak için mücadele edelim.