SARAY REJİMİNE KARŞI İŞÇİ ALAYLARI!

“Biz olmasak gökyüzü, biz olmasak üzüm,
Biz olmasak üzüm göz, kömür göz, elâ göz;
Biz olmasak göz ile kas, öpücük, nar içi dudak; Biz olmasak ray, dönen tekerlek, yıkanan buğday, Ayın onbeşi;
Biz olmasak Taşova’nın tütünü, Kütahya çinisi, Yani bizsiz
Anne dizi, kardeş dizi, yâr dizi
Güzel değildir.”

Enver Gökçe

Hani çocukken sorduğumuz bir bilmece vardı, 1 kilo demir mi ağırdır, yoksa 1 kilo pamuk mu diye. Şaşırtmacalı sorusuydu ve alışkanlıkla hepimiz demir deyiverirdik. Oysa ağırlıkları aynıdır. Peki ya kapladıkları alan? 1 kilo demir küçük bir külçe olurken, bir kilo pamuk bir yastığı doldurabilir. 

Herkesin aklındaki sorulara cevap ararken yaptık bu girişi. Mesela İsrail işgal devleti, yüzölçümü, nüfusu ile Arap ülkeleri tarafından tükürükle boğulabilecek hâldeyken nasıl oluyor da bütün Ortadoğu’ya kan kusturuyor? 

Ya da patronlar bir avuçken nasıl oluyor da milyonlarca işçiyi, emekçiyi sömürüp egemenlikleri altına alıyorlar? 

Örnekleri çoğaltmak mümkün. Mesele çok olmakta değil, bir gücü yoğunlaştırmada, bir arada tutmada.

Patronlar örgütleri aracılığıyla bu güce sahipler. Sadece odaları, patron kulüpleri, patron sendikaları ile değil, devlet aygıtları ile örgütlüler. Boşuna değildir nerede işçiler hak-hukuk dese polisin jandarmanın tepelerine binmesi. Devletin aslî görevlerinden biri devletin bekasını sağlayarak sömürüyü sonsuza kadar sürdürmek ise bir diğeri de normal koşullar altında sömürünün artırılıp, işçiden çalıp patronlara aktarılmasıdır. Bu yüzden patronlar örgütlü dediğimizde, devletin yanına mutlaka sendika mafyasını, burjuva medyayı, burjuva partileri katmayı unutmamalıyız. Bugün Saray Rejimi, devletin ülkemizde cisimleşmiş hâlidir. Kim ki Saray’a bakıp sadece Erdoğan’ı görüyorsa yanlış ve eksik görüyordur. 

OVP, işçi sınıfına yeni bir savaş ilanıdır! 

Saray Rejimi yeni bir Orta Vadeli Program açıkladı. 2026-2028 yıllarını kapsayan program, özü itibariyle işçiden alıp zengine vermenin programıdır. Programın ana hedefi işçilerin kazanılmış haklarının kalanlarının gasbı, ücretlerin baskılanmaya devam edilmesi ve bu yolla rant yağma ve savaş ekonomisinin devam ettirilmesidir. Patron örgütlerinin tamamının programı coşkuyla karşılaması bunun göstergesidir. 

Program, bir Nasrettin Hoca fıkrası gibidir. Enflasyonun tek hanelere düşmesi beklenmektedir. Burada dikkat edilmesi gereken, enflasyonun sorumlusu olarak çoktandır ücret artışlarının görülüyor olmasıdır. Bu yüzden ücret zamları “beklenen enflasyon” üzerinden yapılmaya devam edilecektir. 

Bir başka saldırı, sosyal güvenlik alanından. 2026-2028 dönemi OVP’si sosyal güvenlik sisteminin “mali sürüdürebilirliği” üzerine odaklanmıştır. 

Sosyal güvenlikte “mali sürdürülebilirlik” tehlikeli bir kavramdır. 

Bu kavram “daha çok gelir daha az gider” demektir. 

En büyük saldırı Tamamlayıcı Emeklilik Sistemi (TES) adı altında gelen saldırıdır. BES’ten farklı olarak TES tüm işçiler için zorunlu ve 10 yıl çıkışsız. Çok yüksek maaşlarımızdan (!) yüzde 3 daha kesinti yapılacak ve devletin şefkatli kollarında nurtopu gibi bir fon daha olacak. Biz yüce gönüllü işçiler devleti, devlet de rantiyeyi ve patronları fonlayacak. Bu adım elbette kıdem tazminatına uzanacak saldırının da bir adımıdır.

Sendikaların sessizliği, eylemsizliği, bilmezlikten değildir herhâlde? 

Esir değil işçiyiz, yarının sahibiyiz! 

Yukarıdaki şiir, burada anlatmak istediklerimizin özüdür: Biz olmasak! 

İşçi sınıfı kocaman bir kütledir. Daha önce yaptığımız bir benzetmede olduğu gibi kocaman bir gövde ama küçük bir başa sahip tuhaf bir mahluk gibidir. Ne siyasal ne de ekonomik örgütlerine sahip olmayışı bunun en önemli nedenidir. Öyledir ki NATO üzerinden birlikte işler pişirdikleri İsrail işgal devleti ile savaş çıkabileceğine halkı inandırabiliyorlar. Adeta atomize ettikleri yığınları bir milli maç ile milliyetçi histerilerle bir araya getirmeye çalışabiliyorlar. 

Neresinden tutsan çürümüş bir sistemdir. Eğitim tamamen işçi çocuklarının bir an önce istihdama katılmasına odaklıdır. Daha iyisini isteyene milyon liralara özel okullar vardır. Sağlık sistemi, parası olanın şifa bulduğu, sağlık emekçilerinin ömür törpülediği bir alandır. 

Gençliğin üçte biri ne okulda ne iştedir. 

Adalet sadece mahkeme duvarlarında yazıyor. 

Kadın cinayetleri hız kesmiyor. 

Sermayenin çıkarları için doğa, yaşam alanları talan ediliyor. 

Her yol Saray’a çıkar! 

İşçi birlikleri Saray’ı yıkar! 

Bütün kararlar Saray’da alınıyor. Meclisin bir hükmü yoktur. Siyasi partiler yok hükmündedir. Saray deyince sadece Erdoğan’ı, tek adamı anlamak yanlış anlamaktır. Saray Rejimi’ni kuran ABD ve NATO’dur. Bölgedeki savaş politikalarına bakınca da, uygulanan savaş ekonomisine bakınca da bunu görmek mümkündür. Saray Rejimi devletin ta kendisidir. Başka türlü olması düşünülemez. Dünkü devletten onu ayıran, olağanüstü koşulların devleti olmasıdır. Kürt hareketinin boğulması, Batı’daki direnişin söndürülmesi hedefleri ve emperyalist paylaşım savaşı Saray Rejimi’ni ortaya çıkarmıştır. Kuranlar ABD ve NATO’dur. Erdoğan’ın sözcülüğünü yaptığı bir rejimdir, onsuz da devam edebilirdir. Öyle bir rejimdir ki kendi muhalefetini bile kendisi dizayn etmek istiyor. NATO tedrisatından geçmemiş Özel, İmamoğlu gibi isimleri sindiremiyor. 

Ankara, artık işçiler, emekçiler, haklarını arayanlar için su yolu olmuştur. Hatırlayanlar bilir, Tekel Direnişi sonrasında Ankara’da uzun süre eylemlere izin verilmedi, Ankara yürüyüşleri daha başladığı yerde şiddetle bastırıldı. 

Şimdilerde Ankara yolları su yoludur. Yeter ki Anıtkabir’e, Güvenpark’a kadar olsun. Ankara’nın gerçek adresi Saray’dır, Beştepe’dir. Muhatabımız oradadır. Ne zaman ki yüz binler, milyonlar bir olur Saray’ın kapılarına dayanır bu oyun bozulur. Bunu bir genel grevle birleştirmek için Birleşik Emek Cephesinde birleşmeye, örgütlenmeye!