‘Yanılmayı çok isterim ama yeni bir metal fırtına beklemiyorum’

Metal patronlarının örgütü, Türkiye Metal Sanayicileri Sendikası (MESS) ile bu işkolundaki sendikalar arasında yapılacak grup toplu sözleşme sürecinin ilk oturumu yapıldı. 150 binin üzerindeki işçiyi kapsayan gelişmeleri değerlendirmek üzere 14 Ekim tarihinde Birleşik Metal İş Toplu Sözleşme Uzmanı İrfan Kaygısız ile yaptığımız röportajı yayınlıyoruz. 
Metal işkolunda 1.967.585 işçi çalışıyor. Bu işçilerin 368.642’si sendikalı, sektörde sendikalaşma oranı %18,74.
Metal işkolundaki işkolu barajını geçen ilk üç sendikanın üye sayıları ve işkolu oranları şöyledir.
  • Türk Metal Sendikası üye sayısı 284.541, işkolu oranı %14,46
  • Öz Çelik-İş Sendikası üye sayısı 46.165, işkolu oranı %2,35
  • Birleşik Metal-İş Sendikası üye sayısı 36.339, işkolu oranı %1,85

Öncelikle metal sektörünün durumu (tarihsel boyutu, verimlilik, işten çıkarma vb.), işçilerin ortalama ücretleri ve bu dönem sözleşmesinden beklentileri hakkında bir bilgilendirme yapar mısınız?

Metal sektörü sanayinin motoru, motor gücü. Metalin iktisadi alandaki yeri büyük. Toplam ihracatta birinci sırada ve Türkiye sermaye birikiminde en önemli alanlarından bir tanesi.

Sektörde örgütlülük oranı yüksek. Kamuda genel işler kolu, özel sektörde ise metal işkolu örgütlülüğün yoğun olduğu sektörler.

Tarihsel olarak da mücadele deneyimi birikimi var. Maden İş’ten gelen bir tarihsel birikim var. Bu işin; deneyim ve birikimin; çok kesintiye uğramadan kuşaklar arasında aktarılan bir yanı da var. Maden İş, daha sonra o geleneği, kültürü Birleşik Metal İş’e devrederek sürüyor. Bu bakımdan diğer sektörlerden görece farklı özellikleri var.

Bir başka yanı, sektörde büyük fabrikalar var, 5.000-10.000 işçinin çalıştığı fabrikalar var. Bu da işçilerin kolektif davranma ve süreçlere müdahale etme kapasitesini artırıyor. Eskiden o Fordist diye ifade edilen büyük çaplı işyerleri var. Bunun hem örgütlenmeyi kolaylaştıran yanları var hem de mücadeleyi. Örneğin toplam bir patlama olduğunda, işte 2015’te görüldüğü gibi mücadeleyi büyüten bir potansiyel yaratma olanağı var.

“İşten çıkarma bakımından bir yükü üzerlerinden atmış oldular”

Sektöre güncel veriler açısından bakıldığında durumun çok iyi olduğu söylenemez açıkçası. Sektörde bir daralma var, işten çıkışlar var, üretimlerde kısmen daralma var, kârlılıkta ciddi azalma var. Üretimdeki azalma ve kârlılık arasındaki ilişki bakımında daha düşük kârlarla bir iş alma ve sürdürme eğilimi var. Dolayısıyla üretimdeki kısmi daralma da işten çıkışlara yol açıyor. Toplamda MESS’e üye işyerlerinde son bir yıl içerisinde 25.000 işçi işten çıkartılmış durumda. Önümüzdeki 6 ay içerisinde bir o kadar daha işten çıkarma beklediklerini söylediler ama ne kadar doğru bilmiyoruz. Ben ise artık bu işten çıkarma eğiliminin giderek yavaşladığını görüyorum. Önümüzdeki dönem bu kadar işten çıkarma olasılığı biraz daha zayıflamış gözüküyor ama esas olarak işten çıkarma bakımından bir yükü üzerlerinden atmış oldular.

Verimlilik açısından bakıldığında aslında verimlilik önemli ölçüde artmış gözüküyor. Şöyle bir nedenle; evet işçi sayısı %20 azaldı ama üretim bu ölçüde azalmadı. Kalan işçi daha yoğun çalışıyor. Bizim kavramlarımızla göreli artı-değer artıyor, göreli sömürü artıyor. Bunu aynen MESS ile yaptığımız görüşmede de ifade ettim. Veriler de var elimizde. İşçiler bunu kendi dilleriyle de anlattılar. “Bir makineye bakıyordum, şimdi iki makineye bakıyorum” gibi örnekler var.

Mesai yoğunlaştı mı?

Mesai bazı işyerlerinde var, yarı yarıya düşmüş durumda, böyle bir daralma eğilimi var. Bu eğilimi biz hem resmi verilerde görüyoruz, TÜİK ya da Cumhurbaşkanlığı verileri var, üretim vb. gibi. Hem de bizim aylık üretim takip sistemimiz var. Fazla mesai de dâhil olmak üzere üretimdeki durumu, işyerindeki durumu takip ediyoruz birkaç senedir. İçe dönük bilgiler tabi dışarı aktardığımız bilgiler değil. İçinde orada mesai yapılıyor mu gibi sorular da var, üretim bir önceki seneye göre nasıl, bir önceki aya göre nasıl gibi sorular da var.

Bu bilgiye nasıl ulaşıyorsunuz?

Baş temsilcilerimizden topluyoruz verileri. Onlar ne kadar biliyorsa o bilgileri yansıtıyorlar. Sonuçta mesaiyi biliyor, üretimi kendi dilinde biliyor, teknik olarak veri veremese de ‘azaldı’ diyor, ‘arttı’ diyor ‘durağan’ diyor mesela. Biz de genel eğilimi görmüş oluyoruz. TÜİK, devlet ya da sermaye örgütlerinin verileriyle bizdeki veriler paralel gidiyor. Bu bakımdan bir anormallik yok. Yani onlar küçültüyor da biz büyütüyoruz ya da tersi bir şey olmuyor.

Bu dönem açısından sektörün dezavantajlı konumu, genel olarak işlerin olumsuz gitmesi. Metal sektörü ihracatçı sektör, burada uluslararası şirketler ağırlıklı. Bunun konumuzla ilgili kısmı yaklaşık 1-1,5 yıldır kurun sabit olması, kurun baskılanması politikası sürüyor. Sabit kur politikası nedeniyle işçilik maliyeti döviz bazında, euro bazında çok artmış durumda. Bu durum da diğer ülkelerle olan rekabeti azaltıyor. Bizimkiler daha çok Doğu Avrupa ile rekabet ediyorlar, Batı Avrupa ile değil. Euro bazında maliyet arttığı için rekabet gücü azalıyor. Bu da yeni siparişler gelmesini azaltan bir sonuca yol açıyor. Uzun dönemde de açmaya devam edecek.

Bu sorun sadece metal sektöründe değil anladığımız kadarıyla, bir sürü sektör benzer durumda.

Evet, tekstil daha yoğun, onlar gidiyorlar. Ama tekstilde hızlı hareket kabiliyeti daha fazla metalden. Metalde hem siparişler kısa dönemli değil, önceden veriliyor, diyelim ki 2030’a kadar siparişler belli. Üretilecek ürünün, örneğin arabanın bir parçası, hızla değiştirilebilecek bir şey değil, birkaç yıl en azından sürmesi lazım. Tekstil sektöründe söküyor, küt diye götürüyor. Onun için hareket kabiliyeti, taşıma kabiliyeti daha yüksek. Tekstil sektörünün Mısır’a taşınması hikayesi de yaygın olarak gerçekten de böyle, spekülatif değil.

Sektörde ortalama ücretler ve işçilerin beklentileri nasıl?

Şu anki ortalama ücretler asgari ücretin 2,5 katı civarı. Aşağı yukarı 50-55 bin bandında ortalama ücret. Ama tabi ortalaması bu, daha yükseği de var, bir miktar daha düşüğü de var. Genel olarak bakıldığında çok düşük değil, yaşama koşulları açısından bakıldığında düşük ama diğer yerlerle kıyaslama açısından bakıldığında çok düşük değil.

Önceki dönem sözleşmeye girdiğimizde asgari ücretin %13 üzerindeydi ücretlerimiz, çok düşüktü. Bu dönem iki nedenle 2,5 katına çıktı; birincisi asgari ücret çok düşük artırıldı, ikincisi ücretler de biraz toparlandı. İkisi iç içe geçtiği için aslında. Çok muhteşem ya da olağanüstü bir şey olmadı. Geçen sene yıllık enflasyon %44 iken asgari ücreti %30 artırdılar. Düşük oranda artırılınca da ücretler asgari ücretin üzerinde kaldı. Dolar ya da euro bazında ücretler de kur baskılandığından; örneğin 750 dolar alırken 1500 dolara çıktı ücretler. Ancak döviz bazında iki kat artıyor olması bizim yaşam standartlarımızda iki kat bir artışa yol açtığı anlamına gelmiyor. Yoksulluk yine sürüyor, hayat pahalılığı devam ediyor, ama rakamsal açıdan bakıldığında döviz bazında ücretler çok artmış oldu. Kurun enflasyon kadar bile artmaması, bastırılması vb. nedenlerle…

‘Kriz baskısı mücadeleyi zorlaştırır, kaybetmeme duygusu ağır basar’

Bunlar yeni dönemin olumsuz koşulları. Kriz baskısının mücadeleyi zorlaştırıcı etkileri var. İşten çıkarılma kaygısı vb. Genel olarak sadece metal için ya da MESS için değil, genel olarak toplam açısından, sınıf mücadelesine bakıldığında bazı yanılgılar var.

Örneğin kriz koşullarında işçiler ücretleri düşürüldüğünde daha çok öfkelenirler, mücadeleye yüklenirler vb. hiç de öyle olmuyor. Kaygıları artar, işi sahiplenme kaygısı daha da artar. Kaybetmeme duygusu daha ağır basar. Haksızlıklara daha göz yumma, daha düşük bir şeye razı olma eğilimi daha yüksektir.

Genel olarak sınıf mücadelesinin yükseldiği dönem, buradan çıkış koşullarının başladığı dönem, hani işler iyileşirse, iş bulmanın görece kolaylaştığı dönem. Böyle dönemlerde işçiler, önceki dönemler kaybettiklerini, 3-4 yıl düşük ücrete göz yumduğu dönemleri telafi etmeye çabasına girer. O zaman mücadele yükseliyor.

Kriz dönemlerinde işçi mücadelesi olmuyor demiyorum ama kriz dönemlerinde koruma mücadelesi var. Fabrikayı kapatıyor, param yok diyor, gidip sahip çıkıyorsun, hatta işgal ediyorsun, tekstilde olduğu gibi. Ya da işten atıyor, kapıda direniş yapıyorsun. Bu mücadelenin yükseldiği anlamında değil, mücadeleyi hangi amaçla yaptığınla ilgili; kayıpları koruma mı yeni hak alma mı? Yani “sınıf mücadelesi yükseliyor” meselesinin özünde yeni haklar alma ve yeni haklar kazanma varsa yükselişten bahsedebiliriz. Öbürü kaybettiğini koruma, geri alma refleksi, “doğal, insani” refleks. Mesela tazminatı vermiyor, gidip uğraşıyorsun ya da ücretini düşürüyor, paranı vermiyor, mücadeleyle almaya çalışıyorsun…

Şimdi mesela Tokat’ta 800 işçi kapının önünde, Şık Makas’ta.

Evet, aynen öyle, bunun gibi işyeri kapanıyor filan gibi… Bu ikisini biraz kategorik olarak ayırmak lazım diye söylüyorum. Bu dönemde, koşullar kötüleşiyor, yoksullaşma artıyor, evet bunların hepsi var, dolayısıyla mücadele yükselir beklentisi daha yaygın eğilim. Ben çok bu kanaatte değilim. Önümüzdeki MESS süreci açısından da böyle. Hiç mücadele olmaz diye söylemiyorum, mücadelenin seyri patronların ne teklif edeceği, ne kadar zam vereceği ile doğrudan bağlantılı. Ama koşullar önceki döneme göre bir miktar daha zor. Mücadele çıkabilir tabi, örneğin patronlar sıfır zam dayatırsa, çok düşük bir ücret zammı teklif ederse vb.

Patron da onu gözetir zaten…

Bu dönemlerde daha rahat greve çıkıyorlar. 2023-2024 yıllarına ve 2025’in ilk altı ayına baktık. Örnek olarak söylüyorum, rakamları tam hatırlamıyorum; 2023’te 18 grev olmuş, 2024’te 29 grev olmuş, 2025’in ilk altı ayında 34 grev olmuş.

Bu mücadele eğilimi çok yükseldiği için değildi. Mesela Petrol-İş bir ara, bir haftada Gebze’de 7 yerde birden greve çıktı. İşçinin talep ve beklentileri farklı, patron da onu verme koşulunun olmadığını söyleyerek seni greve zorluyor. Yani grevin caydırıcı olup olmaması da dönemle bağlantılı.

Grev, her zaman çok güçlü silah anlamına gelmiyor. İşler iyiyse çok güçlü silah, kötüyse patronlar daha rahat greve çıkabiliyor. Farklılığı burada. Bu dönem bir önceki döneme göre patronların grevi daha rahat göze alabilecekleri bir dönem. Tabi mutlak olarak patronlar işçileri greve çıkartırlar demiyorum, ama bir önceki döneme göre daha rahat greve çıkılacak bir dönemdeyiz patronlar açısından.

‘“Patron dayanamaz” üzerine değil, işçi sınıfı nasıl dayanır üzerine greve çıkılır’

MESS açısından da daha özel olarak şöyle; biz geçen dönem fiili grevler yaptık, biliyorsunuz, EMİS dediğimiz işyerlerinde. O zaman biz de, MESS de, kimse grevlerin bu kadar uzun süreceğini kestiremiyordu. İşçiler de “Bir haftada biter hocam” diyorlardı. Mesela Bandırma’da Tesla’ya çalışan bir işyeri var, onlar da greve çıktılar. “Vallahi hocam siz diyordunuz da biz inanmıyorduk, bir hafta maksimum, kimse dayanamaz diye bekliyorduk” dediler.

“Patron dayanamaz” üzerine grev yapılmaz ki. İşçi sınıfı nasıl dayanır üzerine greve çıkılır. Dayandılar, patronlar da biraz öğrendiler, oluyormuş, o kadar da hayatları alt üst olmuyormuş… O dönemlerin görece bu dönemle biraz farklılığı var ama bütün bunlar iki şeye bağlı. Bir; zammın esas tartışılacağı dönem – ki Ocak ayını bulur. Diğer MESS süreçlerine de baktığımızda, aynı zamanda asgari ücretin belirlenmesi de beklenir. Asgari ücreti bizim üzerimizde baskı olarak kullanmak için bekleyecekler.

Önceki dönemlerde asgari ücret civarında ücret alan çok işçi vardı, dolayısıyla yeni asgari ücret ne kadar artacak, zam ne kadar olacak, aradaki makas ne olacak gibi şeyler önemliydi. Bugünkü örnekte 22.000 TL asgari ücret, bunun 2026 için 30.000 TL olma ihtimali var diyelim, peki zam ne olacak? 27.000’de mi kalır ücret, 32.000 mi olur? Bunun bir görülmesi gerekiyordu. Ama şimdi bizdeki ücretler asgari ücretten kopmuş durumda. Asgari ücrete zam anlamında tartışılan olası senaryoların hangisi gelirse gelsin bizim ücretlerimizi doğrudan etkilemiyor.

Oransal olarak etkileyebilir mi?

Asgari ücrete %100 zam gelse bile bizim ücretlerin altında kalacağı için etkilemiyor. Ama şu anlamda etkiliyor, patronlar ve MESS de onu bekliyor, asgari ücret 26.000 oldu diyelim, bizim ücretler 70.000 TL oldu, denilecek ki asgari ücretin 3 katı, 4 katı ücret alıyorsun. Bu anlamda bizi baskılamak için kullanacaklar açıklanacak rakamı. “Asgari ücrete çalışacak yüzbinlerce insan var, kapıda bekliyor, siz bu kadar parayı beğenmiyorsunuz” diyecekler. Önceki dönemden farklı olması biraz bu nedenlerle… Asgari ücreti bekleme meselesi bununla ilgili yoksa metaldeki işçilerin ücreti asgari ücretin altında kalacağından değil.

Vasıflı değil mi metaldeki işçiler?

Hepsi değil, bir kısmı vasıflı. Vasıfsız kadro da var, bu işçilerin yerine iki ay içinde yeni bir işçi yetiştirilebilir durumda. Vasıflı, vasıfsız bakımından oransal olarak bir verimiz yok.

MESS Grup sözleşmesi masasına, bir süre önce; 600 bini aşkın kamu işçisinin, 6,5 milyon memur ve memur emeklisinin ‘hezimete’ uğradığı sözleşmelerin akabinde oturuyorsunuz. Bunun metal patronlarının elini güçlendiren bir etkisi olacak. Dolayısıyla, sözleşme süreci hayli zorlu geçecek gibi. Nasıl bir süreç öngörüyorsunuz?

Maalesef koşulların genel olarak işçilerin çok da lehine olmadığı bir dönem bu. Kamu işçilerini ayrıca da ele alacağım ama tabi kamu işçilerinin görece farklılığı var. Ücretler bakımından ise %27 zam aldılar, %24 deniliyor ama bir alt düzeltmeyle beraber ortalama %27 zam aldılar.

Kamu işçisinin görece düşük ücrete razı olmasının bir nedeni de fiili iş güvencesinin olması. Bu genelde göz ardı ediliyor ama kamuda işten atılan işçi yok denecek kadar az, bizdekiler gibi değil. Hukuken olmasa bile fiilen bir tür iş güvencesinin olduğu bir alan. Bu nedenle düşük zamma razı oldular ama bunda bir de sendikal bürokrasinin baskın rol oynamasının etkisi var. Hem Türk-İş hem de Hak-İş. Dolayısıyla hem içinde bulunduğumuz koşullarda sendikal bürokrasinin işçileri bastırması etkili. Bir iki tane küçük sendika, mesela Harb-İş’in bazı şubeleri gibi sendikalar eylemler yaptılar ama daha fazla sendika ya da şubesi eylemlere başlasaydı tetikleme etki yapabilirdi mücadelenin yükselme dinamiği epeyce vardı. İşçiler çok tepkiliydi ama o tepkiyi açığa çıkaracak zemini bulamadılar. Dolayısıyla bir tür razı olma hali var.

Devlet sendikası Memur-Sen, devletle iç içe belirledi sözleşmeyi. Orada KESK’in etkinliğinin zayıflamış olması sürece müdahaleyi azalttı, zorlaştırdı. Bir tür mecburiyet hali. Grev hakkı da yok yasal olarak, fiilen de bir dinamizm yok. İçinde bulunduğumuz siyasal koşullarda devlet memurlarının örgütlenmesinde siyasi iktidar çok belirleyici bir rol oynuyor. Tarihsel olarak da öyle, dolayısıyla kabul etmek zorunda kaldılar. Beklenen, bir mücadele dinamiği ortaya çıkmadı. Ama bir birikim yaratıyor. Bunlar bizim için olumsuz örnekler.

‘Sermaye ve devlet iç-içe ücretleri bastırma eğiliminde’

Biz, MESS ile sanırım 30 Mayıs’ta bir toplantı yaptık. Örgütlü olduğumuz işyerlerinin patronları, müdürleri, sendika temsilcileri ile kalabalık bir toplantıydı. Karşılıklı sunuşlar yaptık, o zaman da bizim taleplerimizi memur maaşları ile karşılaştırıyorlardı. Mesela, ‘20 yıllık bir öğretmen bir metal işçisinden düşük alıyor’, diyorlardı. Tersten örneklemelerle ‘sizin ücretleriniz yüksek’ diyorlardı.

Devletin de ücretleri bastırma eğilimi var, sermaye ve devlet paralel, iç içe. Çünkü ihracata dayalı ekonominin zemini düşük ücret politikasına yaslanmış olması. Rekabeti teknolojik olarak yapamadığı için düşük ücretler üzerinden örecek. Ve devlet, sermaye açısından, özel sektör için ‘biz karışmayız’ diye bakmıyor süreçlere, müdahale ediyor, onun da etkisi var.

İlk defa ortaya çıkan bir şey değil. Asgari ücrete de yansıyan, memurların ücretlerine de yansıyan ve önceki dönem Orta Vadeli Programda da yer alan, en son Şimşek Programı denilen; hedeflenen enflasyona göre ücret artışları yapılması meselesi.

Geçen sene asgari ücrette onu yaşadık. İnanmadığımız, yalan-yanlış enflasyon bile %44 açıklanırken asgari ücrete %30 zam yapıldı. Şimdi, orta vadeli planda %16 enflasyon hedefi konuldu. Bunun gerçekleşmesinin mümkün olmadığını herkes biliyor ama bu başta bir şey. Ücret politikasının buradan bastırılması, kamunun örnek gösterilmesi, dönemin olumsuz örnekleri karşımıza çıkacak, hatta çıkıyor bile şu anda.

“Dünyada işçilerin çalıştıkça ücret kayıplarının arttığı tek ülkeyiz”

MESS’in yöneticileri ile karşılıklı tartışıyoruz şu anda. Hem Mayıs ayındaki toplantıda hem dün yaptığımız toplantıda bunlar masanın temel konuları. Biz de onlara şunu anlatıyoruz; öncelikle işlerin bir toparlanma eğilimi var. İkinci olarak krizin yükünü işçilere yüklemişler zaten. İşten attıkları yetmiyormuş gibi iş yüklerini de artırmışlar. Dolayısıyla işçiler krizin bedelini şu ana kadar ödemişler. Bir de üzerine ücretlerinin geriletilmesi kabul edilebilir bir şey değil. Masada dile getiriyoruz, ücretlerimiz döviz bazında arttı ama fiyatlar da döviz bazında arttı. Harcama kalemlerimiz, giderlerimiz çok ciddi oranda arttı. Örneğin kira çok ciddi bir gider kalemi, 4 yılda %970’ler civarında artmış durumda. 4 yıl önce 5.000 TL olan ev kirası bugün 50.000 TL olmuş durumda. Bu sene kiraya yapılacak zammın daha aşağıda kalması kira fiyatlarını etkilemeyecek, bu zam zaten yapılmış, bunların tümü yaşamı zorlaştırıcı faktörler.

Vergi dilimleri meselesi, işçilerin çok canını yakan bir mesele, bütün işçiler mağdur. Ortalama bir metal işçisinin bir senedeki kaybı nedir diye baktığımızda 49.000 küsur TL net kaybı olduğunu yani %8,5’larda ücret kaybı olduğunu görüyoruz. Muhtemelen dünyada işçilerin çalıştıkça ücret kayıplarının arttığı tek ülkeyiz. İnsanlar çalıştıkça ücretleri yükselir, bizde çalıştıkça ücretleri azalıyor. Şu an ilk vergi dilimi 150.000 TL. Vergi dilimleri asgari ücret oranında artsaydı 544.000 TL ya da enflasyon oranında artsaydı 518.000 TL olacaktı. Dolayısıyla daha az vergi ödeyecektik. Bu devletin dolaylı soygunu, elini cebinize sokup alıyor, siz de hiçbir şey yapamıyorsunuz.

Bütün bunlar işçilerin şiddetle yoksullaşması anlamına geliyor, gelir kayıpları anlamına geliyor. Hem daha yoğun çalışır hale gelmişler hem daha zor geçinir hale gelmişler. Öfkeleri ve talepleri var. İkisi arasında nasıl bir dengede duracak süreç, şu an bir şey söylemek için erken.

İş koşulları ve yaşam koşulları, geçinme koşulları arasında bir gerilim var işçi sınıfında. Bu gerilimle nasıl bir mücadele şekillenir konusunda net laflar etmek için biraz erken diye düşünüyorum.

Bizim mesela işçiler brüt ücret alsın artık diye bir talebimiz var.

Net ücret alsın… Vergiyi de sermaye ödesin, işçiler net ücret alsın. Şu an brüt ücret aldıkları için vergiye giriyorlar.

Bizim söylemek istediğimiz brüt ücretin tamamını işçiye versinler, içinden vergisini, patronlar nasıl ödüyorsa götürsün kendi versin.

Biz başka bir talepte bulunuyoruz. Biz diyoruz ki; bizim ücretlerimiz net olsun. MESS ile taleplerimiz arasında da var. Biz brüt alıyoruz vergi bizden kesiliyor ya biz diyoruz ki ben 50.000 liramı alayım, anlaştım seninle 50.000 liraya çalışayım, vergi dilimi yükselirse onu da sen öde. Vergi diliminin yükünü patronlar ödesin diyoruz. Bizim talebimiz bu. Sizin söylediğiniz ise sen kesintiyi yapma, ver, ben ödersem öderim, ödemezsem ödemem. Sen nasıl istersen ödüyorsun, istemezsen ödemiyorsun. Onu anladım. Bu tartışılmaya değer bir şey. Karşı olduğum için değil, ama bizim toplu sözleşme bakımından talebimiz %15’lik vergi diliminin üzerindeki artışları sermaye ödesin, işverenler ödesin biçiminde. Bu bazı sözleşmelere girdi zaten, bazı yerlerde var. Petrol-İş yaptı bunu. Bizde de 25 civarında fabrikada durum böyle, ücretleri net üzerinden alıyorlar. Yani vergi dilimi ne kadar artarsa artsın ücretler değişmiyor, ücret kayıpları yok.

Özellikle Türk Metal’in geri bir teklife imza atması durumunda TM üyesi işçilerden ikinci bir ‘Metal Fırtına’ beklenebilir mi? Geri imza Birleşik Metal-İş’i nasıl etkiler? Örneğin Birleşik Metal üyesi işçiler olası bir greve hazır mı?

Ben yeni bir metal fırtına beklemiyorum. İki nedenle. Bir tanesi, sektörde durum iyi değil, ikinci neden de belli bazı hareketlenmeler, ayaklanmalardan sonra oradaki kadroları biçiyorlar. Onu yeniden oluşturacak kadrolar öyle hızlı oluşmuyor, mücadele dinamiği bakımından. Şu anda bunu sürdürebilecek bir kadro dinamiği de görmüyoruz. Ben kişisel olarak görmüyorum. Elbette yanılmayı çok isteriz ama dönem açısından bir ayaklanma, 2015 gibi bir kalkışma olasılığı görmüyorum. Bu dönem benim gördüğüm, Türk-Metal açısından da, işçiler “Allah kahretsin” deyip kabul edecekler. Böyle bir izlenimim var. Henüz ortada hiç rakam yok ama teklif ettikleri %35’in hepsini alsalar bile “Allah kahretsin” diyecekler. Ama açığa çıkan, bildiğimiz anlamda bir öfkenin zeminini ben görmüyorum.

Birleşik Metal’in teklifi %58,5 arada 20 puandan fazla ciddi bir fark var TM teklifi ile arasında… Birleşik Metal burada ısrar ederse nasıl bir tablo oluşur?

Burada şöyle bir durum var. MESS üç fabrikayla farklı oranlarda sözleşme imzalamaz. Türk-Metal ile neyi imzalayacaksa bize de aynısını dayatacak. Dolayısıyla şu an alınacak oranın en yükseği maksimum %35. %36 diye bir olasılık söz konusu değil. Niye, Türk-Metal %35 istemişken %40 vermeyeceği için. Aynı fabrikada çalışan işçilere farklı zam vermezler, işçiler birbirine girer. Türk Metal’e 35 verip bize 58 verirse ortalık birbirine girer, kimse de böyle bir karışıklık istemez. Bunlar da salak değil, sermaye örgütü.

Dolayısıyla %35 ve altındaki bir zam ile karşılaşacağımızı bilmemiz lazım. %35’in üstü yok. %35 zam teklifi bir öfkeye neden oldu ama biraz pasif şekilde oldu. Çünkü Türk Metal bu süreci örgütledi. Türk Metal başkanları fabrikalar gittiler, ortamı terörize ederek bir meşruiyet zemini oluşturmaya çalıştılar %35 için. Bütün şubelere aynı talimatlar verildi.

En hareketli diye bildiğimiz yerlerden birisi olan ve işleri yoğun olan Renault’taki ilişkilerimize sorduk. Tepki var ama kimse de çıkıp “Bir dakika, bu nedir” diye bir şey söylemiyor. Bunu bir gösterge olarak alabiliriz. Teklifin kendisi düşükken bile büyük bir refleks oluşmadı. Ben böyle bir teklif beklemiyordum doğrusu. %35 herkesi hayal kırıklığına uğrattı. İşçileri de böyle bir hayal kırıklığına uğrattığı dönemde bir öfke yansıması olmadı, bu teklif revize edilsin gibi bir talep oluşmadı. Bu yeni dönemde olası bir zamma karşı tepki açısından da bir gösterge aynı zamanda.

Bağımsızlarla yaptığınız sözleşmeler bu orandan yüksekse, bu durum etkilemiyor mu oradaki işçileri?

Etkiliyor ama her işyerinin kendi koşulları farklı. Bağımsızlar da kendi içinde farklı farklı olabiliyor. Birinde %40’a imza atılırken bir diğerinde %50’ye imza atılabiliyor. Türk Metal’in düşük vereceğini biz biliyorduk zaten ama bizimki de düşük olsun demedik, işçilerin talepleri öyle şekillendi.

Ancak talep etmek başka bir şey, almanın koşullarının olması başka. İki şeyle karşı karşıya kalacak işçi; bir rakam çıkacak ortaya; bu rakam mı, grev mi arasında bir tercihte bulunacak.

Her dönem bu oluyor ancak bu dönemin diğerlerinden farklılığı şu; işlerin durumu, sektördeki durum meselesi. Düşük zam gelirse, oranını bilmiyorum ama işçilerin beklentisinden düşük bir oran gelirse greve çıkılabilir. Şu an MESS ile devam eden görüşmelerdeki tavırlara baktığımız zaman bile bizim doğrudan greve çıkmamız lazım. Bu görüşmeler, nasıl rakamlarla dönüleceğinin göstergesi aslında. Patronlar bizim varlık, yokluk meselemiz diye tartışmaya başlıyorlar, buradan sürecin gideceği yeri anlayabilirsiniz. Bu bir tür talebi bastırma yöntemi tabi ama bunun nerede duracağını bilmiyoruz, ama daha zor bir sözleşme dönemi olduğunu söyleyebiliriz. İşçilerin hiç kabul etmeyeceği bir rakam çıkarsa gümbür gümbür grevler de olabilir.

Türk Metal’in dayattığı teklif kabul edilirse, Birleşik Metal İş’in işçilerden talepleri alarak oluşturduğu teklifin altında kalması söz konusu olduğunda Birleşik Metal üyesi işçiler nasıl tepki verecek bu duruma?

Bizdeki yöntem şöyle, fabrika fabrika toplanıp soruluyor. Toplam 32 fabrika var, “sizin fabrika ne diyor” diye soruyoruz. “Durum bu, tablo bu”, zaten önceden de biliniyor ama biraz “tartışıp gelin diyoruz”, sonra soruyoruz. Fabrikaların son kararlarını alıp fabrika sayısı ve işçi sayısına bakarak ortak kararı belirliyoruz. İşçi iradesi, işçilerin ne dediğini ortaya çıkartıyoruz. Tabi biz fabrikaların nabzını tutarken, MESS de bütün yöntemlerle işçilerin nabzını ölçmek için çalışma yürütüyor. Bu bilgiler masada karşımıza geliyor. Beklenti ile gerçek arasındaki açı çok mu değil mi ona bakıyor.

Bir de genel bir sorumuz var. Genel Grev talebi daha yaygın ve sık ifade edilmeye başlandı. Mümkün görüyorsanız, bunun gerçeklik kazanması için ne yapılmalı? Nasıl bir yol izlenmeli?

Bizde yasal grev hangi aşamada var? Toplu sözleşmenin bir parçası olarak var. Anlaşma sağlanamıyorsa greve çıkılıyor. Genel grevden kastedilen buysa Türkiye’de genel grev başarılı olamaz -dar anlamda. Çünkü zaten işçilerin örgütlülük oranı %14, bunun toplu sözleşmede yer alanı çok daha düşük. Bu ancak belli sektörlerde etkili olur. Ancak sendikal bürokrasi, devlet sendikaları bunları greve çıkartmaz. Genel grevden bu anlaşılıyorsa bunun karşılığı zayıf, nesnelliği yok. Bir politikleşme düzeyi açısından bakıldığında nesnelliği yok. İşçiler çoğunlukla muhafazakâr, onları denetleyen sendika, devlet ve sermayenin sendikası.

Ama genel grev sloganını bence buradan çıkartıp daha genel bir üst mücadele başlığı olarak ele almalıyız. İçerisine bu grevler de dâhil olmalı, daha farklı bir düzeyde bir genel mücadele, onun simgesel adı genel grev olabilir.

Örneğin kadın grevi konuşuluyor, oradan anladığım sadece kadınların fabrikadan çıkıp da grev yapması değil, evde çalışan kadınların da çalışmaması, öğrencilerin de fabrikalarda çalışanların da katıldığı toplam bir davranış kalıbı, yani mücadelenin alt başlıklarını ortaklaştıran bir mücadele hattıyla bu daha konuşulabilir bir şey. Ama teknik olarak yasallığa sıkıştıran bir şeyse -nasıl tartışıldığını bilmiyorum ama- orası benim açımdan gerçekçi bir şeyi ifade etmiyor. Ama ikincisi, özellikle asgari ücretin çok bastırıldığı, emekli zamları, maaşları zaten ortada, yoksullaşma şiddetlenmiş durumda… Buna önderlik edecek siyasal ve sendikal aktörler bir kolektif irade gösterirse zemini var. Ve bunun propagandası, mücadelesi sürdürülmeli.

Sistemin şu an yol açtığı yıkım, doğa alanında, kadınlara yönelik şiddet, işçi hareketine yönelik saldırılar, yani bütün toplumsal dinamiklerin, gençlik hareketlerinin kolektif mücadelesi sorudan kast edilen…

Dar anlamda sadece işçi ve fabrika ilişkisine sıkışmış bir grevse bu zor, nasıl tartışıldığını bilmediğim için tekrar vurguluyorum. Tartışmayı darlaştıran bir yerden değil ama böyle bir olasılığın çok zayıf olduğunu düşünüyorum. Ama diğerinin nesnelliği daha fazla, tüm mücadele dinamikleri ve farklı mücadele biçimleriyle birlikte; vizitesi, yol kesmesi, görevini yapmaması, aklımıza gelebilecek diğer şeyler dâhil nesnelliği daha fazla. Kampanyayı ve mücadeleyi bence buradan sürdürmeli. Nicelik olarak da işçilere sıkıştırmayan ama toplumsal mücadele alanı haline getiren bir talep.

Bizim sorularımız bu kadardı, teşekkür ederiz.