Koskoca çürümüş bir yapı, toplumun üzerine lime lime dökülüyor.
Yüzbinlerin enkaz altında ölüme terkedildiği 6 Şubat depremi… Dokuz canı yutarken koca bir coğrafyayı da zehirleyerek üzerimize akan milyonlarca ton siyanürlü toprak… Alınmayan üç kuruşluk önlemler yüzünden her gün en az 6 yoksulun kapısını çalan ölüm… Başını makineye sıkıştırıp ölen 14 yaşında bir ‘çocuk işçi’… Tacize uğradığı işyeri patronu tarafından, “iş hayatında olur böyle şeyler, alışacaksın” denilen genç kadın işçi… Para ve güç için 17-18 yaşında çetelerin tetikçisi olan gençler… Ve para dışında değer tanımayan, toplumsal sorunlara kayıtsız, her rezaleti kanıksamış hale gelen milyonlar…
İşte bu milyonlar, kapitalizmin en büyük zaferidir. Bu, büyük bir çürüme, insanlığın bütün değerlerinin feda edildiği sermayenin daha fazla kâr ve bir avuç asalağın cennetinin zorunlu kıldığı acı gerçektir.
Ama biliyoruz ki insanlık bundan çok daha fazlasıdır.
Mayıs 2023’te, seçimleri bir kurtuluş yolu olarak önümüze koyanlar, şimdi de yerel seçimleri aynı şekilde önümüze koyuyorlar. Sözde muhalefet, özde sarayın payandası partiler bir yana, soldan gözüken ama işçi-emekçileri ‘Bay Kemal’in peşine takanlar, bugün de burjuva siyaset tarzını aratmayan popülist manevralarla, seçim arenasında boy gösteriyorlar. Demokrasi ve laiklik en çok sarıldıkları araçlardır. Hiçbir zaman demokratik ve laik olmamış bir ülkede hem de.
Ülke yağma-rant-savaş politikalarıyla çökertiliyor
Saray Rejimi, yağma-rant ve savaşa dayalı politikalarla ülkeyi çöküşün eşiğine getirmiş durumda. Toplam dış borç Haziran 2023 tarihi itibarıyla 476 milyar dolar idi. 2024 yılı içinde yapılması gereken toplam dış borç geri ödemeleri, en son açıklanan Kasım 2023 sonu verilerine göre 226,3 milyar dolar. Açıkları kapatmak için 2024 yılı için gereken toplam dış kaynak miktarı ise en az 270 milyar dolar olarak hesaplandı.
İşçilerin emeğini, ülkenin altını-üstünü, sermaye sınıfının/emperyalist tekellerin hizmetine sunan Saray Rejimine bütçe dayanmıyor. Milyonlarca işçi-emekçi çalışıyor, devasa bir zenginlik üretiliyor; dünyada eşi görülmemiş oranda vergi toplanıyor, hepsi adeta dipsiz bir kuyuda ‘kayboluyor!’ Kendilerine, etraflarındaki beslemelere ne dağıtsalar yetmiyor. Patronların alttaki küçükleri dökülürken en irileri tarihlerinde görmedikleri kadar servete ulaşıyor.
Bölgemizde tezgahlanan savaş, ülkemizde sermayenin iştahını kabartıyor. Daha şimdiden kanlı paranın tadını almışlardır. Saray medyası hergün İHA, SİHA reklamı yapıyordu, şimdi bunlara yerel seçim malzemesi olarak 13 dakikalık bir kalkış iniş turu yaptırılan “Milli” savaş uçağı KAAN’da eklendi. Motor ABD’den (50 yıldır uçan F-16 motoru), elektronik beyin (Avyonik sistem) ABD’den, fırlatma koltuğu bile ABD’den ama Milli! İtirazı olan haindir!
Bilinir, savaş, sermayenin en sevdiği şeydir. Şimdilerde, dünyada en fazla ağzı kulaklarında olan kesim silah tekelleridir. Silahlanmaya ayrılan bütçeler rekor düzeyde artmıştır. Ülkemizde, sadece Bayraktar’ın vergi rekortmeni olması bile ne demek istediğimize örnektir. Ama bununla da sınırlı değil; Filistin’de soykırım yapan siyonist İsrail ile rekor ticaret hacmi, Koç Holding’in Tüpraş aracılığıyla ülkeye girişini sağladığı petrol, işgal edilen Suriye topraklarında yapıldığı gibi savaş bölgesinden gelen ganimetler…
İşçi sınıfının esareti sürüyor
İşçi-emekçiler, böylesine çürümüş; kendisiyle beraber toplumu da çürütmek için seferber olmuş bir sistemin boyunduruğu altında esaret yaşamına mahkûm edilmiş durumdadır. Tüm fatura bize kesilmektedir. Asgari ücret zammı, ek zam, toplu sözleşme kazanımları 1-2 ayda havaya uçmaktadır. Milyonlar, açlık-yoksulluk kıskacında ayakta kalma savaşı vermektedir.
Esaretin kaynağı örgütsüzlük yada yeterince örgütlü olamamaktır. Başımızdaki egemenlerin ensemizde boza pişirme pervasızlığının esas kaynağı da burasıdır. Ülkenin dağlarını, ormanlarını, kıyılarını yağmalayan, işçileri toprak altında bırakan şirketlerin, bırakın cezalandırmayı, vergi borçlarının bile silinmesi bundandır.
Patronların, kârının küçücük bir kısmından feragat etmemek için hergün ortalama 6 işçinin canını alması, işçinin hakkını arayan sendikacıyı kurşunlaması, mücadeleci sendikacıların ev hapsine mahkûm edilmesi böyle mümkün oluyor.
Bu çürümüş egemenliğin, işçileri esaret altında tutan bir aparatı da devlet/sermaye sendikacılığıdır.
Hani balta ağacı kesecekmiş, ağaç acıyla baltaya seslenmiş; “Sen beni kesemezdin ya, neylersin ki sapın benden!” İşte o hesap; bizdeki sendikaların ana gövdesini bu balta sapları oluşturuyor.
Tablo ortadadır… AKP eliyle palazlanan Hak-İş bir sendika bile değildir. “Rızıkı Allah verir” diyen işçi sendikası olur mu? Bu hesapla; patrona Allah veriyor, patron işçiye veriyor; öyleyse sana niye gerek var?
Türk-İş, en başından bir devlet sendikasıdır. Yöneticileri ABD’ye götürülüp anti-komünist eğitim tedrisatından geçirilmiş, o günden bu güne işçileri devlet/sermaye adına kontrol eden bir mafyatik teşkilat olarak varlığını sürdürmektedir.
DİSK, Avrupai tarzda “sosyal demokrat sendikacılık” yapmada ısrarcıdır. O nedenle devrimci sosyalist güçlerle bağını tamamen koparmış, DİSK’i DİSK yapan tarihten, ilke ve değerlerden uzaklaşarak, devletin sol misyonlu partisi CHP’nin yön verdiği bir yapı haline gelmiştir.
Direniş; insan olarak kalabilmek için de!
Az sayıda ve gücü sınırlı mücadeleci sendikaları bir tarafa bıraktığımızda, mevcut konfederasyonların misyonu, işçi sınıfını patronların sofrasında meze yapmaktır. Sadece sınıfı sattıkları için değil, ülkede yaşanan onca haksızlığa, sömürüye, işçi cinayetlerine, bütün çürümüşlüğe karşı sessizce onay vermeleri en büyük suçlarıdır.
Ama neyse ki, toplumsal mücadelenin kuralları işlemeye devam ediyor. İrili ufaklı birçok direniş birçok alanda boy veriyor. Bu direnişler, sadece etki- tepki meselesi değildir. Direniş, insan olarak kalabilmenin de zorunluluğu haline gelmiştir. Özak işçilerinin direnişi çarpıcı bir örnek olarak ortadadır. İlic’te Sedat Cezayirlioğlu’nun mücadelesi örnektir. İsrail’in Gazze’de yürüttüğü katliama karşı gelişen direniş hareketi bir başka örnektir. Onca olumsuzluk karşısında, güce biat etmeden onurluca ayakta kalmak; işte geleceğin anahtarı budur.
Bizde eksik olan, direnmek değildir. Her saldırı, karşısında direnişi buluyor. Eksik olan, tüm bu direnişlerin daha örgütlü, daha organize bir şekilde yürütülmesini sağlayacak olan ortak mücadelenin kurulmasıdır. İşte bu Birleşik Emek Cephesidir.
Nasreddin Hoca’nın, “İtleri salmışlar, taşları bağlamışlar” dediği köyde gibiyiz. İtler, işçi sınıfının ve halkların boğazına çöken asalaklardır. Bağlanan taşlar, örgütlü gücümüzdür.
Bağlarımızı koparma zamanıdır!