Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin (SSCB) 1989 yılında dağılarak tarih sahnesinden çekilmesinin ardından, kapitalist-emperyalist dünyanın hegemonik gücü ABD’ye gün doğdu! ‘Yeni Roma İmparatorluğu’ hayalleri biliniyor.
Aradan geçen 30 yılın ardından, geride; Balkanlar, Irak, Afganistan, Libya, Suriye’ye yönelik işgal ve saldırılarda yaşamını yitiren milyonlarca insan, yıkılan şehirler, parçalanarak birbirine düşman edilen, yerinden yurdundan edilerek göç yollarına savrulan halklar ve büyük acılar kaldı.
Ve özellikle Büyük Ortadoğu Projesi’nin ilk ayaklarından olan Suriye işgali, Esad Rejimi’nin alaşağı edilmesi Rusya’nın devreye girmesiyle çökünce “Çözülen ABD hegemonyası” daha açık konuşulmaya başlandı.
ABD, şimdilerde sanki eğik düzleme binmiş bir ağırlık gibi sürekli hızlanarak kaymakta olan bir cisme benzemektedir. Elbette bu süreci durdurmak istiyor.
Suriye savaşı ile askeri üstünlüğünün sınırlarını da gören ABD, diğer emperyalist rakiplerini de (AB, İngiltere, Japonya) yanına alıp düşman ilan ettiği Rusya ve Çin’i sömürge haline getirme politikasını sahaya sürdü.
‘Yeni’ saha, Kanada ve ABD’den geri getirilen Nazi artıklarının iktidarda olduğu Ukrayna’dır. Suç dosyaları hayli kabarık olan bu ırkçı faşistler, 2014 yılı Mayıs ayında Odessa’da bir sendika binasını ateşe vermiş, 39 kişi yaşamını yitirmişti.
Rusya’nın, nihai olarak kendi varlığını hedef alan kuşatma girişimine karşı başlattığı operasyona yönelik liberal sol kesimlerden de hayli tepki var. Adeta, ABD-Nato ittifakı Rusya’yı işgal etse, ‘Putin diktatörü gitti’ diye sevinenler de olacak içlerinde.
Söz konusu olan, üçüncü bir emperyalist pazar paylaşım savaşıdır. Bu savaşın startı SSCB’nin yıkılışı sonrasında verilmiştir. Elbette ne Rusya sosyalist bir ülkedir, ne Putin komünisttir. Ama her ülke, her halk için olduğu gibi Rusya’nın da kendi topraklarına yönelen tehdide karşı kendini savunmasını kim yadsıyabilir.
Aşağıdaki açıklama, kuşatma süreciyle birlikte, ‘uygar batı’yı net ifadelerle teşhir ederken Rusya’nın sahip olduğu tarih bilinci hakkında da hayli fikir veriyor.
İşçi Gazetesi olarak, ‘uzun bir yazı olsa da okumakta fayda var’ diyelim.
…
Rusya’nın saygıdeğer yurttaşları! Değerli dostlar!
Donbass’ta meydana gelen trajik hadiselere, bizatihi Rusya’nın güvenliğinin temin edilmesi meselesine bugün tekrar dönmeyi zaruri görüyorum.
Bu yıl 21 Şubat’taki seslenişimde söylediklerimle başlayacağım. Mesele, bizde özel bir kaygı ve endişe yaratan, Batı’daki sorumsuz siyasetçiler tarafından ülkemize karşı yıldan yıla, adım adım, kaba ve umarsızca yaratılan temel tehditler. NATO blokunun doğuya genişlemesini, askeri altyapısının Rusya sınırlarına yaklaşmasını kastediyorum.
Otuz yıl boyunca önde gelen NATO ülkeleriyle Avrupa’da eşit ve bölünmez bir güvenliğin ilkeleri üzerine ısrarla ve sabırla müzakere etmeye çalıştığımız iyi biliniyor. Tekliflerimize cevap olarak devamlı olarak ya sinik bir sahtekarlık ve yalanla, ya da baskı ve şantaj girişimleriyle karşılaştık; bu arada Kuzey Atlantik İttifakı, bizim bütün protestolarımıza ve kaygılarımıza rağmen mütemadiyen genişliyor, askeri cihaz ilerliyor ve sınırlarımıza bitişecek kadar yaklaşıyor.
Bütün bunlar neden oluyor? Kendisinin biricik olduğu, yanılmaz olduğu, kendisine her şeyin caiz olduğu tutumuyla bu küstahça konuşma tarzı nereden geliyor; bizim endişelerimize ve tamamen kanuni taleplerimize yönelik göz ardı eden, aldırmaz tutum nereden geliyor?
Cevabı ortada, anlaşılır ve açık. Sovyetler Birliği geçtiğimiz yüzyılın 80’li yıllarının sonunda zayıf düştü, sonra da büsbütün dağıldı. O zaman meydana gelen hadiselerin akışı, bizim için bugün de iyi bir derstir; bu, iktidarın, iradenin felce uğramasının tam bir degradasyon ve koma halinin ilk adımı oluşudur. O zaman kendimize olan güvenimizi bir süreliğine kaybetmemiz her şeyin bedeli oldu; dünyadaki güç dengesi yıkıldı.
Bu, eski anlaşmaların, mutabakatların fiilen işlemeyişine yol açtı. Dil dökmelerin ve ricaların faydası yok. Hegemonu, iktidardakileri hoşnut etmeyen her şey arkaik, eskimiş ve gereksiz ilan ediliyor. Oysa tersine, onlara avantajlı görünen her şey, en eksiksiz hakikat olarak servis ediliyor, ne pahasına olursa olsun, en kaba yoldan ve her türlü vasıtayla bastırılıyor. Kabul etmeyenler dizleri üzerine çökertiliyor.
Şimdi söylediklerim sadece Rusya’yı ilgilendirmiyor ve sadece bizi kaygılandırmıyor. Bu, bütün bir uluslararası ilişkiler sistemini, bazen ABD’nin müttefiklerini bile ilgilendiriyor. SSCB’nin dağılmasından sonra dünyanın yeniden paylaşılmasına fiilen başlandı; o zamana kadar ortaya çıkan uluslararası hukuk normları (bunların hayati, temel olanları, İkinci Dünya Savaşı’nın sonuçları olarak kabul edilmiş ve pek çok açıdan bu savaşın sonuçlarını tahkim ediyordu), kendilerini soğuk savaşın galipleri ilan edenleri rahatsız etmeye başladı.
Elbette, pratik hayatta, uluslararası ilişkilerde, bunların düzenlenmesine yönelik kurallarda, dünyadaki durumda ve bizatihi güç dengesindeki değişiklikleri hesaba katmak şarttı. Ama bunu profesyonelce, düzgün, sabırla, bütün ülkelerin menfaatlerini hesaba katarak ve onlara saygı göstererek ve kendi sorumluluklarını bilerek yapmak gerekirdi. Ama hayır; mutlak üstünlüğün verdiği sarhoşluk hali, bir tür çağdaş mutlakiyetçilik vardı, üstelik de bu, sadece kendisi için kârlı kararları hazırlayan, alan ve pazarlayanların ortak kültür ve haysiyet seviyesinin düşüklüğü ortamında ortaya çıkıyordu. Durum, başka bir senaryoya uygun gelişmeye başlıyordu.
Örnekler için çok uzağa gitmeye gerek yok. İlkin, BM Güvenlik Konseyi’nin onayını almadan, Belgrad’a karşı kanlı bir askeri operasyon yürütüldü, Avrupa’nın tam göbeğinde hava kuvvetleri, roketler kullanıldı. Sivil şehirler, hayati altyapı birkaç hafta boyunca aralıksız bombardıman edildi. Bu olguları hatırlatmak gerekiyor; ama kimi Batılı meslektaşlarımız bu hadiseleri hatırlamak istemiyorlar, biz bunlardan söz ettiğimizde de uluslararası hukuk normlarını değil, kendilerince yorumladıkları şartları gösteriyorlar.
Sonra sıra Irak’a, Libya’ya, Suriye’ye geldi. Libya’ya karşı gayrimeşru askeri kuvvet kullanımı, BM Güvenlik Konseyi’nin Libya meselesindeki bütün kararlarının çarpıtılması, devletin tamamen yıkılmasına, devasa bir uluslararası terörizm odağının ortaya çıkmasına, ülkenin bir insani felakete gömülmesine, halen durmayan uzun yıllara yayılan bir iç savaşın uçurumuna düşmesine yol açtı. Sadece Libya’da değil bütün bir bölgede yüz binlerce, milyonlarca insanın mahkûm edildiği bu trajedi, Kuzey Afrika’dan ve Yakın Doğu’dan Avrupa’ya kitlesel bir göçmen akışını doğurdu.
Suriye’ye de benzer bir kader hazırlamışlardı. Batı koalisyonunun bu ülke topraklarındaki, Suriye hükümetinin ve BM Güvenlik Konseyi’nin rızasını almadan yürüttüğü askeri faaliyetler, saldırganlık ve askeri müdahaleden başka bir şey değildir.
Ancak bu seride en özel yeri kuşkusuz ki Irak’ın hiçbir haklı neden olmaksızın işgali işgal ediyor. Bahane olarak Irak’ta kitle imha silahlarına dair ABD’nin elinde bulunan güya güvenilir istihbaratı seçtiler. Buna kanıt olarak ABD Dışişleri Bakanı bütün dünyanın gözlerinin önünde içinde beyaz bir toz bulunan test tüpünü salladı ve herkesi, bunun Irak’ta hazırlanan kitle imha silahı olduğuna temin etti. Sonra bunun bir hokkabazlık, blöf olduğu ortaya çıktı. Irak’ta kimyasal silah filan yoktu. İnanılmaz, şaşılacak şey, ama olgu, olgudur. Bir devletin en yüksek seviyesinde, BM kürsüsünden yalan söylendi.
En genelde, fiilen her yerde, Batı’nın kendi düzenini tesis etmek için gittiği dünyanın bütün bölgelerinde sonuçta kanlı, iyileşme bilmez yaraların, uluslararası terörizm ve ekstremizm çıbanlarının kaldığı izlenimi hasıl oluyor. Söylediklerimin hepsi, uluslararası hukukun ihlalinin en leş kokulu; ama yegâne olmanın çok uzağındaki örnekleridir.
Bu seride, ülkemize de NATO’yu doğuya doğru bir inç bile genişletmeme sözleri var. Tekrar ediyorum, aldattılar; halk dilinde ifade edersek, düpedüz kafa buldular. Evet, siyasetin kirli bir iş olduğunu sık sık duymak mümkündür. Olabilir, ama bu kadar değil, bu derece değil. Böyle bir düzenbazlık, sadece uluslararası ilişkiler ilkeleriyle değil, her şeyden önce evrensel moral ve ahlak ilkeleriyle çelişiyor. Burada adalet ve hukuk nerede? Sadece yalan ve ikiyüzlülük.
Yeri gelmişken, Amerikan siyasetçileri, siyaset bilimcileri ve gazetecileri, ABD içinde son yıllarda gerçek bir “yalan imparatorluğu” kurulduğunu kendileri söylüyorlar. Ama tevazuya gerek yok: ABD her şeye rağmen büyük bir ülke, sistem oluşturucu bir güç. Bütün uyduları sadece yakınmaksızın ve uysalca boyun eğmekle, her vesileyle onunla aynı telden çalmakla kalmıyorlar; ama onun davranışlarını da kopya ediyorlar, kendilerine sunulan kuralları coşkuyla kabul ediyorlar. Bu yüzden kesin bir surette ve güvenle, ABD’nin kendi suretinde meydana getirdiği Batı blokunun “yalan imparatorluğunun” ta kendisi olduğunu söylemek mümkündür.
Ülkemize gelince, SSCB’nin yıkılmasından sonra yeni çağdaş Rusya’nın görülmemiş samimiyetine, ABD ve diğer Batılı ortaklar ile üstelik de tek taraflı silahsızlanma şartıyla dürüst bir şekilde çalışmaya hazır oluşuna rağmen, bizi yoğurmaya, işimizi bitirmeye ve tamamen yok etmeye çalıştılar. 90’larda, 2000’lerin başında, kolektif Batı Rusya’nın güneyinde ayrılıkçılığı ve parayla tutulmuş çeteleri en aktif şekilde desteklerken, durum buydu. Kafkaslardaki uluslararası terörizmin belini tamamen kırana kadar ne çok bedeller ödememiz, ne kayıplar vermemiz, ne tecrübeler yaşamamız gerekti! Bunu hatırlıyoruz ve asla unutmayacağız.
Ve gerçekten, son ana kadar, bizi kendi menfaatleri için kullanmak, geleneksel değerlerimizi imha etmek ve bize, halkımızı içten kemirecek olan kendi sözüm ona değerlerini, kendi ülkelerinde saldırgan şekilde yerleştirdikleri ve insan tabiatıyla çeliştiği için doğrudan doğruya yozlaşma ve dejenerasyona götüren mekanizmaları empoze etmek girişimleri kesilmedi. Bunun olmasına izin verilemez. Bu, hiçbir zaman, hiç kimsenin başına gelmiş değildir. Şimdi de olmayacak.
Her şeye rağmen 2021 aralık ayında ABD ve müttefikleriyle Avrupa’da güvenliğinin temininin ilkeleri ve NATO’nun genişlememesi üzerine bir kez daha müzakere girişiminde bulunduk. Hepsi boşuna. ABD’nin tutumu değişmiyor. Rusya ile, bizim için kilit önem taşıyan meselede müzakere etmeyi zorunluluk kabul etmiyor, kendi amaçlarını kovalıyor, kaygılarımızı ihmal ediyorlar.
Bu durumda, bundan sonra ne yapacağımız, neyi bekleyeceğimiz sorusu doğuyor. Sovyetler Birliği’nin geçtiğimiz yüzyıl 1940’ta ve 1941 başında savaşın başlamasını engellemek veya hiç değilse ertelemek için elinden geleni yaptığını tarihten biliyoruz. Bunun için, en son ana kadar potansiyel saldırganı provoke etmemeye çalıştı, kaçınılmaz saldırıyı geri püskürtmeye yönelik hazırlıklar için en zaruri, aşikâr eylemleri hayata geçirmedi veya erteledi. Nihayetinde atılan bütün adımlar ise felaket doğuracak şekilde gecikmişti.
Sonuçta ülke, 22 Haziran 1941’de savaş ilanı yapmaksızın yurdumuza saldıran Nazi Almanya’sının hücumunu bütün gücüyle geri püskürtmeye hazır değildi. Düşmanı durdurmak ve daha sonra ezmek mümkün oldu, ama devasa bir bedel karşılığı. Saldırganı Büyük Anavatan Savaşı’nın eşiğinde yatıştırma girişimi halkımıza pahalıya patlayan bir hataydı. Askeri harekâtların ilk aylarında büyük, stratejik önem taşıyan toprakları ve milyonlarca insanı kaybettik. Bu hatayı ikinci defa yapmayacağız, buna hakkımız yok.
Dünya hakimiyeti iddiası güdenler, açıkça, karşılığını görmeksizin, ve altını çiziyorum, hiçbir temeli olmaksızın bizi, Rusya’yı düşman ilan ediyorlar. Gerçekten de büyük mali, bilimsel-teknolojik ve askeri olanaklara sahipler. Bunu biliyoruz ve iktisadi sahada bize yönelik devamlı seslendirilen tehditleri de tıpkı bu küstah ve kesintisiz şantaja karşı kendi olanaklarımız gibi objektif şekilde değerlendiriyoruz. Tekrar ediyorum, bunları illüzyona kapılmaksızın, son derece realist şekilde değerlendiriyoruz.
Askeri sahaya gelince, çağdaş Rusya, SSCB’nin dağılmasından ve onun potansiyelinin önemli bir bölümünün harcanmasından sonra bile, bugün, dünyanın en büyük nükleer güçlerinden biridir ve dahası, bir dizi yeni tip silahta da belirgin bir üstünlüğe sahiptir. Bu bağlamda, ülkemize yapılacak doğrudan bir saldırının bozguna ve her tür potansiyel saldırgan için korkunç sonuçlara yol açacağından hiç kimsenin kuşkusu olmamalıdır.
Bununla birlikte teknolojiler, askeri teknolojiler de dahil, hızla değişiyor. Bu alandaki liderlik elden ele geçiyor ve geçecek; sınırımıza bitişik toprakların askerileştirilmesi ise, buna izin verecek olursak, onlarca yıl, belki ebediyen sürecek ve Rusya için devamlı olarak büyüyen, kesinlikle kabul edilemez bir tehdit yaratacak.
Bugün bile, NATO’nun doğuya yayılması ölçüsünde durum ülkemiz için her yıl daha kötü ve tehlikeli hale geliyor. Dahası, NATO yönetimi son günlerde doğrudan doğruya, İttifak’ın altyapısını Rusya sınırlarına ilerletmeyi hızlandırmak, güçlendirmek zaruretinden söz ediyor. Başka bir deyişle, tutumlarını sertleştiriyorlar. Olanları izlemekle yetinemeyiz artık. Bu, bizim açımızdan tam bir sorumsuzluk olur.
Kuzey Atlantik İttifakı’nın altyapısının genişlemeye devam etmesi, Ukrayna topraklarında başlamış bulunan askerileştirme, bizim için kabul edilemez. Elbette mesele NATO teşkilatının kendisi değil; bu sadece ABD dış siyasetinin bir vasıtası. Problem, bize bitişik olan topraklarda (belirteyim, tarihi olarak bizim olan topraklarda), tamamen dış kontrol altında bulunan, NATO ülkelerinin silahlı kuvvetlerinin yoğun şekilde yerleştiği, en modern silahların doldurulduğu, bize düşman bir “anti-Rusya” yaratılmasıdır.
ABD ve müttefikleri için bu, Rusya’yı çevreleme siyasetidir; açıkça jeopolitik avantajlardır. Ülkemiz içinse neticede hayat ve ölüm meselesidir, halk olarak tarihi geleceğimiz meselesidir. Ve bu bir abartı değildir; olan budur. Bu, sadece menfaatlerimize değil, bizatihi devletimizin varlığına, onun egemenliğine yönelik bir tehdittir. Bu, defalarca sözünü ettiğimiz kırmızı çizginin ta kendisidir. Onlar bunu aştılar.
Bu bağlamda, Donbass’taki durum. 2014’te Ukrayna’da darbe yapan güçlerin iktidarı aldıklarını ve onu, esasen, dekoratif bir seçim prosedürüyle ellerinde tuttuklarını, çatışmayı barışçıl şekilde çözmeyi kesin olarak reddettiklerini görüyoruz. Sekiz yıl, sonu gelmeyen bir sekiz yıl, durumun barışçıl, siyasi vasıtalarla çözülmesi için mümkün olan her şeyi yaptık. Hepsi beyhude.
Bir önceki seslenişimde dediğim gibi, olan biteni acı çekmeksizin izlemek mümkün değil. Bütün bunlara tahammül etmek mümkün değil. Bu kâbusu, orada yaşayan, sadece Rusya’ya güvenen, sadece size ve bize güvenen milyonlarca insana karşı soykırımı bir an önce bitirmek gerekti. İşte bu gayeler, duygular, insanların acıları, Donbass Halk Cumhuriyetlerini tanıma kararımızın başlıca insiyaklarıydı.
Ek olarak şunun da altını çizmeyi önemli görüyorum. NATO’nun önde gelen üyeleri, kendi hedeflerine erişmek için, Ukrayna’daki (Kırımlıları ve Sivastopolluları hür tercihleri, Rusya ile birleşmeleri için asla affetmeyecek olan) aşırı milliyetçileri ve neonazileri her şekilde destekliyorlar.
Bunlar elbette, Donbass’a olduğu gibi Kırım’a da savaşla, Büyük Anavatan Savaşı sırasından Hitler’in işbirlikçisi olan Ukraynalı milliyetçi çetelerinin cellatlarının savunmasız insanları öldürdükleri gibi öldürmek için sızacaklar. Bunlar, Rusya’ya ait bir dizi toprak üzerinde de açıkça hak iddia ediyorlar.
Hadiselerin bütün gidişatı ve ele geçirilen istihbaratın analizi, Rusya’nın bu güçlerle çatışmasının kaçınılmaz olduğunu gösteriyor. Bu sadece bir zaman meselesi; bunlar hazırlanıyorlar, uygun saati bekliyorlar. Bunu yapmalarına imkân vermeyeceğiz.
Daha önce de söylediğim gibi, Rusya, SSCB’nin dağılmasından sonraki yeni jeopolitik durumu tanımıştır. Post-Sovyet coğrafyasında yeniden ortaya çıkan bütün ülkelere saygıyla yaklaşıyoruz ve öyle yaklaşacağız. Egemenliklerine saygı gösteriyoruz ve göstereceğiz; bunun örneği de trajik hadiselerle, devletliliğine ve bütünlüğüne karşı bir tehditle karşı karşıya kalan Kazakistan’a yaptığımız yardımdır. Ama Rusya, günümüz Ukrayna topraklarından kaynaklanan devamlı tehdit karşısında kendisini güvende hissedemez, gelişemez, var olamaz.
2000-2005 yıllarında Kafkasya’daki teröristlere askeri karşılık verdiğimizi, devletimizin bütünlüğünü savunduğumuzu, Rusya’yı koruduğumuzu hatırlatırım. 2014’te Kırımlıları ve Sivastopolluları destekledik. 2015’te Suriye’den Rusya’ya terörist sızmalarına karşı sağlam bir bariyer oluşturmak için silahlı kuvvetlerimizi kullandık. Kendimizi savunmamızın başka bir yolu yoktu.
Bugün de aynısı oluyor. Size ve bize, Rusya’yı, insanlarımızı savunmak için, bugün kullanmak zorunda olduğumuzdan başka bir imkân bırakılmadı. Durum bizden, kararlı ve derhal eylem istiyor. Donbass Halk Cumhuriyetleri Rusya’ya yardım başvurusunda bulundular.
Bu bağlamda, BM Şartı’nın 7’nci bölüm 51’inci maddesi uyarınca, Rusya Federasyon Konseyi’nin onayıyla ve Donetsk Halk Cumhuriyeti ve Lugansk Halk Cumhuriyeti ile yapılan ve Federal Birleşim tarafından 22 Şubat’ta onaylanan dostluk ve karşılıklı yardım anlaşmasının yerine getirilmesi amacıyla, tarafımdan, özel bir askeri operasyon yürütülmesi kararı alınmıştır.
Operasyonun hedefi, sekiz yıldır Kiev rejimi tarafından alaylara, soykırıma maruz kalan insanları korumaktır. Bunun için de Ukrayna’nın demilitarizasyonunu, de-nazifikasyonunu, keza Rusya Federasyonu vatandaşları da dahil sivil halka karşı sayısız kanlı suç işlemiş olanları yargıya teslim etmeyi hedefliyoruz.
Dolayısıyla, Ukrayna topraklarının işgali planlarımız arasında değildir. Hiç kimseye hiçbir şeyi zor yoluyla empoze etmek niyeti gütmüyoruz. Bununla birlikte, son zamanlarda Batı’da, “totaliter Sovyet rejimi tarafından imzalanmış ve İkinci Dünya Savaşı’nın sonucunu tespit eden belgelerin artık uygulanması gerekmediği” şeklinde sözleri gitgide daha sık işitiyoruz. Böyle şeylere ne cevap verilebilir ki?
İkinci Dünya Savaşı’nın sonuçları, halkımız tarafından Nazizm’e karşı zafer sunağına verilen kurbanlar gibi kutsaldır. Ama bu, savaş sonrası on yıllar boyunca günümüze kadar hazır olmuş olan gerçeklikten yola çıktığımızda, insan hak ve hürriyetlerinin yüksek değeriyle çelişmez. Keza, BM Şartı’nın 1’nci maddesiyle tespit edilen kendi kaderini tayin hakkını da ortadan kaldırmaz.
Ne SSCB’nin kuruluşunda, ne İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra, günümüz Ukrayna’sına katılmış olan şu ya da bu topraklarda yaşayan insanlara hiç kimsenin hayatlarını nasıl kurmak istediklerini sormadıklarını hatırlatırım. Bizim siyasetimizin temelinde hürriyet yatıyor, herkesin kendi geleceğini ve çocuklarının geleceğini bağımsız şekilde seçme hürriyeti. Bu hürriyeti, günümüzde Ukrayna topraklarında yaşayan, bütün halkların, bunu isteyen herkesin kullanabilmesini önemli görüyoruz.
Bu vesileyle Ukrayna yurttaşlarına sesleniyorum. Rusya, 2014’te, Kırım ve Sivastopol halkını, Ukraynalıların kendilerinin de “Nazi” dediklerine karşı savunmak zorundaydı. Kırımlılar ve Sivastopollular tercihlerini tarihi vatanlarıyla, Rusya ile birlikte olmak yönünde yaptılar ve biz de bunu destekledik. Tekrar ediyorum: başka türlü davranamazdık.
Bugünkü hadiseler, Ukrayna’nın ve Ukrayna halkının menfaatlerini ihlal etmek arzusuyla ilişkili değildir. Bunlar, Rusya’yı, Ukrayna’yı rehin almış ve onu, ülkemize ve halkımıza karşı kullanmaya çalışanlara karşı savunmakla ilişkilidir.
Tekrar ediyorum, eylemlerimiz bize karşı meydana getirilen tehdide ve bugün olanlardan daha büyük bir belaya karşı meşru müdafaadır. Ne kadar ağır olursa olsun, bunu anlamanızı rica ediyorum ve bunun, bütün problemlerin üstesinden gelinmesi için zaruri şartların yaratması, devlet sınırlarının varlığına rağmen içeriden yekpare birliğimizi tahkim etmesi amacıyla, bu trajik sayfayı bir an önce çevirip kapatmak ve ileriye birlikte yürümek, kimsenin bizim işlerimize, ilişkilerimize karışmasına izin vermemek ve bunları bağımsız şekilde tesis etmek için destekte bulunmaya çağırıyorum. Buna inanıyorum; geleceğimiz budur.
Ukrayna Silahlı Kuvvetleri personeline de seslenmeliyim.
Saygıdeğer yoldaşlar! Babalarınız, dedeleriniz, büyük dedeleriniz ortak vatanımızı savunurken Nazilerle, bugünkü Neonaziler Ukrayna’da iktidarı alsınlar diye dövüşmediler. Ukrayna askerleri, Ukrayna’yı soyan ve kendi halkıyla dalga geçen halk düşmanı bir cuntaya değil, kendi halkına bağlılık yemini ettiler.
Suç anlamına gelen emirleri yerine getirmeyin! Sizi derhal silahlarınızı bırakıp evinize gitmeye çağırıyorum. Açıkça ifade ediyorum: Ukrayna ordusunun bu talebi yerine getirecek bütün personeli askeri harekat alanını engelle karşılaşmaksızın terk ederek ailelerine dönebilir. Olası kan dökülmesinin bütün sorumluluğu, tamamen, Ukrayna topraklarında yönetmekte olan rejimin vicdanına yüklenecektir.
Bir kez daha ısrarla altını çiziyorum: Olası kan dökülmelerinin bütün sorumluluğu, tamamen, Ukrayna topraklarında hüküm süren rejimin vicdanında olacaktır.
Şimdi, meydana gelmekte olan hadiselere karışmak için cezbeye kapılabilecek olanlara çok önemli birkaç söz. Kim bize engel olmak ister, dahası, kim ülkemize ve halkımıza tehdit oluşturmak isterse, Rusya’nın cevabının derhal geleceğini ve sizi, tarihinizde henüz hiç karşılaşmadığınız sonuçlara götüreceğini bilmelisiniz. Hadiselerin her türlü gelişimine hazırız. Bütün zaruri kararlar alındı. Sesimin duyulduğunu ümit ediyorum.
Rusya’nın saygıdeğer yurttaşlar!
Devletlerin ve halkların refahı, varoluşu, başarısı ve hayatta kalışı, orijinini her zaman, atalarının kültürünün ve değerlerinin, tecrübelerinin ve geleneklerinin kökünü teşkil eden kudretli sistemde bulur ve kuşkusuz, doğrudan doğruya, devamlı değişen hayata hızla uyum sağlayabilme kabiliyetine, toplumun kenetlenmişliğine, konsolidasyona, ilerlemek için bütün güçlerini bir araya toplamaya hazır oluşuna bağlıdır.
Güç, her zaman gereklidir, her zaman; ama güç farklı niteliklerde olabilir. Konuşmamın başında sözünü ettiğim “yalan imparatorluğunun” siyasetinin temelinde her şeyden önce kaba, doğrusal bir güç yatıyor. Böyle durumlarda Rusçada şöyle denir: “Gücü var ama akıl lazım değil.”
Siz ve biz, gerçek gücün adalet ve hakikatte yattığını ve onların da bizim tarafımızda olduğunu biliyoruz. Eğer böyleyse, gücün ve mücadeleye hazır oluşun, egemenliğin ve bağımsızlığın temelinde yattığını, geleceğimizi, evimizi, ailemizi, yurdumuzu ancak onun üzerinde kurabileceğimiz biricik ve tek sağlam temeli teşkil ettiğini kabul etmemek güçtür.
Saygıdeğer vatandaşlar!
Rusya Silahlı Kuvvetleri’nin ülkelerine sadık askerleri ve subaylarının görevlerini profesyonel bir şekilde ve yiğitçe yerine getireceklerine eminim. İktidarın bütün seviyelerinin, ekonomimizin, mali sistemimizin, sosyal ortamın sağlamlığından sorumlu uzmanların, şirketlerimizin yöneticilerinin, Rusya’nın bütün iş çevrelerinin uyum içinde ve etkili şekilde faaliyet göstereceklerinden kuşku duymuyorum. Parlamentodaki bütün partilerin ve sosyal güçlerin konsolide, yurtsever tutumlarına güveniyorum.
Nihayetinde, tarihte hep olduğu gibi, Rusya’nın kaderi, çok milletli halkımızın güvenilir ellerindedir. Bu ise, alınan kararların yerine getirileceği, konulan hedeflere erişileceği, yurdumuzun güvenliğinin garanti edilmiş olduğu anlamına gelir.
Desteğinize, vatana olan sevgimizin bize verdiği yenilmez güce inanıyorum.
(*Konuşma metni, yazar, çevirmen Hazal Yalın tarafından Rus İnterfaks Ajansı’ndan çevrilmiştir.)