Kara Maraş yıkıntılarında bir Hacı İbrahim

Hakkı Ozdal – Evrensel Gazetesi

Maraş’ın eski yerleşim alanı Kara Maraş’ta, yer yer iki yanından enkaz molozu dökülmüş, eğri büğrü kıvrımlarla tepedeki Maraş Kalesi’ne tırmanan sokaklarda, varillerde yakılan her türlü çalı çırpı ve çer çöpten çıkan is-duman ve yıkıntılardan savrulan tozun altında, çamura dönüşerek yere yapışmış kar eriyiklerinin üstünde bir adam aşağıya, ovaya bakıyor. Solarak griye dönüşmüş eski bir mavi ceketi, hızlıca ve belli ki yıllar önce örülmüş delikli bir süveteri, kemerliğine ip dolanmış kaba kumaştan bir pantolonu, toz ve çamur renginde buruşuk ayakkabıları, kulaklarını açıkta bırakarak takke gibi taktığı ucuz naylon ipten bir beresi var. Günlerdir su değmemiş, isten ve tozdan kararmış yüzünü, siyah-beyaz-gri kıllardan bir yumak gibi duran ‘hacı sakalı’ örtüyor. İki üç parça eşya kurtarabildiği tek katlı evi, evine her iki yönde eşit yakınlıkta olan, birinde namazlarını kıldığı, ötekinden “Sakal-ı Şerif kurtardığı” iki mahalle camii, yaşadığı sokaklar ve aşağıdaki ova boyunca tüten şehri tanınmaz halde… Tanıyabildiği tek şey ‘yabancılar’. İbrahim, hoşuna giden çağırmayla Hacıabi, şimdi kimsenin ‘yabancı’ muamelesi görmediği bir keşmekeşin içinde, şaşırtıcı bir soğukkanlılıkla konuşuyor yabancılarla.

Eşi, çocukları ve torunları sağ. Hısım akrabadan kaç kaybı var bilmiyor. Ne zaman öğrenir, onu da bilmiyor. “Ben İstanbul’daydım” diyor, “çalışıyordum”. Eski Halkalı çöplüğünün üstünde, MESA, Artaş ve Kantur&Akdaş ortaklığında yapılan konut inşaatlarında amele. 1985’ten beri amelelik ediyor. Yaklaşık 40 yıl. Kırk yıllık amele İbrahim, “bir seneyle EYT’ye girdim” diyor. Yaşı 60’a dayanmış, neredeyse çocukluğundan beri inşaat temizlemiş, ama hâlâ emekli olmasına bir yıl var. “Bu depremden ötürü biraz daha gecikecek herhalde, o zaman EYT bana vurmayacak” diyor. Bir ömür sürmüş çalışmanın emeklilik hakkından piyango gibi söz ediyor. “Bize vurmayacak yine, bir sene daha çalışırız… Zaten emekli maaşı az, yine de çalışırız.”

Deprem günü İstanbul’dan otobüse atlıyor. 24 saati aşan bir yolculukla geliyor Maraş’a. Çökmüş haneden canını kurtaran ailesini sokakta buluyor. Bir hafta kadar sonra bir çadır buluyorlar. Tüm nüfus tek çadırda. Yanda bir komşunun çadırı. Çocuklar, içinde ateş yanan bir varilin etrafında koşuşuyor. Hava şimdi güzel. Çok daha kötüydü. Gündüz güneşine çıkmışlar. Torunlar oğlumdan, diyor. Oğlu ne iş yapıyor? Ağır bir hakikati bütün sadeliğiyle bir iki sözcüğe sıkıştıran çarpıcı bir cevap veriyor: “Suriye’de paralı asker”! Hacıabi İbrahim, dinine diyanetine sadık, devletine şefik bir Maraşlı. Kimseye toz kondurmak için değil, eşyanın adını yaşayarak bildiği için söylüyor: “Oğlan Suriye’de paralı asker, deprem olunca izin vermişler, benden önce gelmiş buraya.” Suriye’de nerede görev yaptığını bilmiyor. Asker olduğunu ve karşılığında para aldığını biliyor. Ne sitem ediyor ne de kıvanç duyuyor. Kendi İstanbul’da inşaat amelesi, oğlan Suriye’de paralı asker. Türkiye’nin anlık bir fotoğrafında o anın ‘yaygın işlerine’ koşulmuş iki kuşaktan iki erkek. Bu kadar. Pantolonu beline iple bağlı bir İbrahim. “Yokarı camiye koştuk Sakal-ı Şerif’i enkazdan kurtardık, teslim ettik” derken ışıyor gözleri biraz.

Gitmeyi düşünüyor mu? Bir seçenek olmamış bu hiç. “Nereye gidebilir ki?” Hele biraz bi geçsin, işe gidecek yine İstanbul’a. Ücretli izinde mi, işten mi çıkarıldı bilmez. “Ben eski işçiyim, bana iş bulunur, bulurum”, diyor. Maraş perişan, biliyor. Ölülerin kimi yıkanmadan gömülmüş, dert ediyor. Devletimiz bizi bırakmaz diyor: “Ziraat Bankaya 10 bin gayme yatırmış, sağolsun”. On bin gaymeyi duyan komşusuna, “Bugün cümüyertesi” diyor, “aşan gün aşağıya in, Ziraat’ın arabası var, ordan nüfus kâğıdıyla alırsın” diyor. Yeni sorulara cevap veremiyor, cebinden minicik, bantlanmış bir tuşlu telefon çıkarıyor. Benim telefon eski, oğlum baktı bizimkine telefondan, sen de baktır… AFAD’ın, medyanın, türlü isimlerle damgalanmış, hemen hepsi yeşil hilal logolu ‘vakıf’ların arazi tipi cipleri tırmanıyor ve iniyor kale yokuşunu. Komşusu da İbrahim gibi yayan inip çıkacak o yokuşu. Evi yıkılmış, 10 bin alacak o da. Bir gün de öyle geçecek.

Kara Maraş’ın yarıdan çoğu yıkık, eski evlerinin bulunduğu fukara tepesinden baktığı aşağı ovada, iplik fabrikalarının, çimento fabrikalarının, çuval ve kâğıt fabrikalarının, tekstilci, denimci, lojistikçilerin yerleştiği ovada Kuran tilaveti ve çorba kuyrukları var. Oğlan paralı asker, Suriye’ye gidecek; Hacca gidemeyen Hacıabi İstanbul’a inşaat temizlemeye dönecek. Eski Halkalı çöplüğü üstünde “Şimdi hayalleri yaşama zamanı” sloganıyla satılan evlerin inşaatını süpürecek. Devlet Kara Maraş’ı boşaltacak, henüz haberleri yok; ama torunlar, öteki çocuklar Maraş’ta kalacak. Maraş’ta çarklar dönecek. Maraş sanayisinin işgücü kaybına kimsenin tahammülü yok. Hacı İbrahim’in devleti yeni Maraş için vızır vızır sözleşmeler imzalıyor. Maraş’a kendi meşrebinde olmayan kimseyi sokmuyor.