Bilindiği gibi geçtiğimiz günlerde İzmir’de kısa süreliğine de olsa şehri etkileyen önemli bir grev yaşandı ve Genel İş sendikasında örgütlü yirmi üç bin belediye işçisinin katıldığı grev kısa bir süre için bile de olsa büyük tartışmaların yaşanmasına neden oldu.
Grev ile ilgili görüşlerimi yine bu sayıda yayınlanmış olan makalede belirttim. Dolayısı ile burada başka bir olgudan söz etmeyi ve grev öncesi ile grev sürecinde yaşananları ele almak niyetindeyim.
Öncelikle şuradan başlayalım… Grev, işçi sınıfının taleplerini kabul ettirmek amacı ile kullandığı barışçıl bir silahtır ve bunun işçi sınıfının hakkı olduğu, yürürlükte bulunan yasalarla da tescil edilmiştir.
İşçi sınıfı bu hakkı elbette işverene karşı kullanacak ve işvereni zor durumda bırakarak taleplerini kabul ettirme çabasına girecektir. Karşısındaki işverenin özel sektör ya da kamu işletmesi ya da yerel yönetim örgütü olması bu gerçeği asla değiştirmez. Bir başka anlatımla sendikalar taleplerini işverenin kimliğine göre değil, temsil ettikleri kitlenin gereksinmelerine göre belirlerler. Bu nedenle İzmir’de yaşanmış olan grevi “sosyal demokrat belediye yönetimini yıpratıyor” diye eleştirmek en hafif ifade ile “abesle iştigal” anlamını taşır. Kaldı ki yönetimin sosyal demokratlığı da tartışma konusu kuşkusuz.
Belediyenin maddi olanaklarının kısıtlılığı, siyasi iktidarın belediyeye yönelik ekonomik baskı politikaları da sendikaların sorunu değildir. Kurumun gelirlerini arttıracak önlemleri geliştirmek işçi ücretleri dışındaki harcama alanlarında tasarruf sağlamak gibi etkinlikler de yönetimin görev alanına girer ve bunlar hiçbir şekilde sendikaları ilgilendirmez.
Öte yandan bu tartışma sendikanın gerçek talebini gözlerden kaçırmaya yönelikti. Sendika gerçekte İzmir belediyesinde çalışmakta olan işçiler arasındaki ücret eşitsizliklerinin giderilmesini, istemekte idi.
Konuyu şöyle açalım:
İzmir Belediyesi iştiraklerinden olan İZDOĞA, İZBETON ve İZULAŞ’ta çalışmakta olan işçiler yaptıkları işe göre farklılık göstermek üzere 59 bin, 64 bin, 74 bin ve 81 bin TL alıyor. Bahse konu şirketlerle TİS 31 Mart yerel seçimleri öncesinde bağıtlanmıştı.
Greve çıkan İZELMAN, İZENERJİ ve Ege Şehir Planlama’da işçiler ise 36 bin TL ile 40 bin TL arasında değişen maaşlar almakta idiler.
Greve çıkan işçilerin talebi, nerede ise yüzde yüze ulaşmış bu ücret farkının giderilmesini sağlayacak bir ücret artışı idi. İşçiler, aynı ana çatı altında çalışmakta oldukları kişilerle aralarında meydana gelmiş ve hiçbir şekilde açıklanması mümkün olmayan bu ücret farkının giderilmesini talep etmişlerdi.
Son derece haklı bir talep idi bu. Belediye olanakları ile bu talebin karşılanamayacağını iddia etmek ise anlamsızdı. Bir yıl önce yine belediye şirketlerinde bağıtlanan TİS ile verilmiş olan ücret belediye olanaklarını zorlamıyordu da şimdi neden zorluyordu?
İşveren bu sorulara makul ve ikna edici yanıtlar vermek yerine ucuz bir popülizm uygulaması gerçekleştirerek İzmir halkı ile grevci işçileri karşı karşıya getirmeye çalıştı.
Büyükşehir belediye başkanının bazı ilçe belediye başkanları ile birlikte çöp toplama eylemine girişmesi sadece bir şov değil, bir grev kırıcılığı girişimi ve İzmir halkını belediye işçilerine karşı kışkırtma çabasının bir ürünüdür aynı zamanda.
Bu süreçte sendikaya yönelik aşağılayıcı ifadeler de kullandı belediye başkanı; “Biz dostuz, bizim sayemizde örgütlendiniz. Genel-İş bizim sayemizde burada. Bunu nasıl istismar edersiniz? Bu haksızlığı nasıl yaparsınız? Bu bana değil CHP’ye ve İzmir’e yaptığınız haksızlıktır.”
Yukarıdaki cümle belediye başkanına ait ve sendikanın İzmir Büyükşehir Belediyesi bünyesinde işverenin onayı hatta desteği sayesinde örgütlendiğini ima ediyor. Bu yönü ile bakıldığında sendikayı aşağılayan bir söylem bu. Sendikayı aşağılayan bir söylem ama itiraf edelim kısmi bir doğruluk payı da var. Şöyle ki; AKP yönetiminde bulunan belediyelerin hiç birinde örgütlü değil Genel İş sendikası. Bırakalım örgütlü olmayı, örgütlenme çabası bile yok buralarda. Sendika yöneticileri kendilerine bir konfor alanı yaratmışlar CHP yönetimindeki belediyelerde ve bu konfor alanının dışına çıkmayı ise düşünmemişler. Bu anlayış sendika yöneticiliğinin doğası ile çelişmekte.
Yedi gün sürdü grev. Yedinci günün sonunda uzlaşma sağlandı. Ocak 2025 itibarı ile yüzde 30 ücret artışı elde etti çalışanlar. 1 Temmuz 2025 tarihi itibarı ile de yüzde 19 enflasyon farkı alacaklar. Grev yapan işletmelerde çalışanlar en az 62 bin lira net maaş alacaklar bu sözleşme hükümlerine göre. Belki çalışanlar tatmin oldular bu artışla. Peki, belediyenin diğer şirketlerinde çalışanlar ile mevcut olan ücret farkı giderildi mi? HAYIR…
Sadece kapanmış gibi göründü kısa bir süreliğine. Temmuz 2025 itibarı ile diğer şirketlerde çalışmakta olanlar da enflasyon farklarını aldıklarında iki grup arasındaki ücret makası yine açılacak.
Bu grevde elde edilen kazanım bir Pirüs Zaferidir sadece. Kısa bir süre sonra taleplerin gerçek anlamda karşılanmadığının farkına varılacak ve sendika güven erozyonuna uğrayacaktır.
Genel İş yönetiminin yeterince kararlı olmadığının ve işçileri greve yeterince hazırlamadığının göstergesidir bu durum.
YAZIK…