‘Bize reva görülenler işçiler arasında isyana neden oldu; ‘Ne olursa olsun, biz bu greve çıkacağız’ dedik!

DİSK’e bağlı Birleşik Metal İş sendikasının örgütlü olduğu İzmit Alikahya’daki Bekaert fabrikasında toplu iş sözleşmesinde anlaşma sağlanamaması üzerine 13 Aralık’ta greve çıkma kararı alındı. Hükümet, Anayasaya aykırı olarak grevi yasakladı. İşçiler yasağı tanımadı ve sendikalarıyla birlikte greve çıktılar.

İşçi Gazetesi Kocaeli muhabirimizin grev alanında Bekaert işyeri temsilcisi Gökhan Taşyürek ile 14 Aralık’ta yaptığı röportajı okurlarımızla paylaşıyoruz…

Öncelikle merhaba. Bize kendinizden bahsedebilir misiniz?

Ben Gökhan TAŞYÜREK. 2020 yılından beri Bekaert’te çalışıyorum. İş yeri temsilcisiyim. Evliyim. Çocuğum var.

Bekaert ne üretiyor? Firma hakkında kısaca bilgi verebilir misiniz?

Bekaert, Belçika menşeili bir firma. Araba lastiklerinin içindeki çelik kortları üretiyoruz. Dramiks dediğimiz inşaatlarda kullanılan bir tel üretiyoruz, bunları üretiyoruz. Buradaki filmaşin dediğimiz ham maddeyle beraber bunu banç, örme yaparak çeşitli konstrüksiyonlarda çeşitli ürünler üretiyoruz.

Fabrikada çalışma koşulları nasıl? Çalışan sayısı nedir?

Bizim çalışan sayımız, yaklaşık 400 mavi yakamız var, beyaz yaka ve müteahhit (taşeron) arkadaşlarla beraber toplamda 500 çalışan var fabrikada. Çalışma koşullarımız bizim, 7 gün 24 saat, 365 gün çalışma esaslı. Üç vardiya olarak çalışıyoruz, 8 saat dilimler halinde. Altıya iki dediğimiz vardiyalardaki çalışma sistemi var. Altı gün çalışıp iki gün hafta tatili yapıyoruz. Bu şekilde…

Toplu iş sözleşmesi süreci nasıl gelişti? Şu an ne durumdasınız?

Bizim sözleşmeye resmi olarak başlangıcımız normalde Eylül ayında ama biz biraz daha erkenden bir hazırlık yapıp işverene sunduk. Bu yıl için saat ücretlerine yüzde 130 ve sosyal haklarımıza da yüzde 150 zam talebimiz oldu. Bizim ortalama saat ücretimiz 43,4 lira. Bunu 100 liraya tamamlamak istedik; 56 liralık bir zam teklif ettik işverene.

Bunun dışında sosyal haklar tam olarak nasıl talep edildi?

Sosyal haklarımıza da yüzde 150’ye tekabül edecek şekilde artış istedik. Bunlar, işte yakacak yardımı, çocuk parası… Aylık aldığımız alışveriş çekimiz var, onda yüzde100 istedik. Bayramlarda yine yüzde 150 zam talebimiz oldu. İşveren, bu sosyal haklarda yüzde 100’ü kabul ediyor ama saat ücretinde tıkandık. 100 lira talebimizi ilk baştan 61 lira gibi bir öneriyle karşıladı. Ondan sonra ikinci toplantıda 62, son toplantıda da 65 liraya çıktı ama buradaki zaman dilimleri çok uzundu. Bizim o gün, yani Temmuz-Ağustostaki teklifimiz şu an bile çok farklı yerlere evrildi. Enflasyon karşısında eridi…

Belçika menşeli bir firma olduğumuz için buradaki yönetim şöyle itiraz ediyordu; Yüzde 27.8 şeklinde açıklanan bir 6 aylık enflasyon var, sizin talebiniz yüzde 130, biz bunu Belçika’ya anlatamıyoruz.” Yani burada zorlandık; reel enflasyonla açıklanan TÜİK’in enflasyonu arasındaki fark bizi çok zorladı. O yüzden de süreç biraz uzadı ve buraya kadar evrildi. Yani hiç beklemediğimiz bir şey. Neden beklemiyoruz? 6-7 yıldır fabrikanın bize vermiş olduğu bütün hedefleri işçiler olarak tutturduk. Yani verimlilik olsun, kalitedeki başarımız olsun falan -ki bu yıl 2022’de mesela- Belçika’nın Bekart’ın tüm fabrikalarının içinde hiç kalite problemi olmayan müşteri şikayeti olmayan tek fabrikayız ve biz bu süreç içinde pandemi de dahil defalarca kere üretim rekorları kırdık. Verimliliği arttırdık, maliyeti düşüren birçok şeyimiz var. Buna rağmen bize bu şeyler reva görülmesi, işçiler arasında da bir isyana neden oldu. Genç işçiler olsun, eski tecrübeli işçiler olsun, ‘ne olursa olsun, biz bu greve çıkacağız’ modundaydık. Yani gerekirse arabamızı satarız, biz bu yoldan geri dönmeyiz modunda bütün arkadaşlarımız.

Yani bir nevi herkes son noktasına kadar gelmiş durumda…

Aynen öyle yani, hem zaten Türkiye’de yaşamak zor. İşçi sınıfı için her şey çok zor. Bir de bunun üzerine Belçika’nın, bizim güvendiğimiz, her türlü hedefini tutturduğumuz patronların da bize böyle davranması bizi üzdü yani. Bitmeyen sözleşme yoktur. Ama biz içeriye döndükten sonra eskisi gibi olur muyuz, olmaz mıyız? Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. O bir gerçek yani…

Asgari ücret görüşmeleri hala devam ediyor. Asgari ücret ortalama toplumsal ücret haline dönüşüyor. Her geçen gün, ya da işte her sene tekrar tekrar görüşüldüğünde daha da ortalama ücret haline gelme durumunda. Yani aslında bütün toplumu ilgilendiren bir iş sözleşmesine dönmüş durumda. Ama masaya baktığımızda işçi sınıfını temsilen aslında orada kimseyi göremiyoruz. Çünkü var olan işçi temsilcisi sendika, işveren sendikasından daha düşük bir miktarda ücret belirledi. İşçi sınıfı bu düzeneği nasıl yıkacak?

Ya işçi sınıfı, yani nasıl akıllanacak ben de anlamış değilim. Yıllardır temsilcilik yapıyorum, bizdeki taşeronda çalışan arkadaşların -bir çoğunu kadroya kazandırdık yani- ama baktığımızda çok gerideyiz, işçi sınıfının kültürel ve eğitim olarak yükselmesi lazım.

Yani bazı gerçekleri artık görmemiz lazım. Sendikaların da bir sendikacı olarak, işçi temsilcisi olarak biraz özeleştiri yapıp biraz kendilerine de çeki düzen vermesi lazım. İşçiler bazı sendikalarda işveren ile sendika arasında eziliyor. İşçinin siyaseti olmaz. Sendikaların ve işçilerin neden diyorum? Ben bunu bütün arkadaşlarımla da konuşuyorum. Bizim yanımızda olan, işçinin yanında olan, işçi sınıfına faydası olan siyasetin yanında dururuz. Bize faydası olmayan siyasetin de karşısına geçeriz. Bizden bir daha oy almaması lazım. Ama bizim işçi sınıfında maalesef takım tutarmış gibi siyasi görüşlerimiz hareketlerimiz devam ediyor.

Şimdi son geldiğimiz noktada yine Cumhurbaşkanımızın gece yarısı almış olduğu kararı (grev yasağı) gören, ona gönül veren, ona oy atan insanların bile tepkisini çekti. Yani milletle konuşuyoruz. Diyor ki ‘ya bunu bize nasıl yapar?’ Ya gördünüz mü dedik yani burada kimse kimseyi tanımıyor. Belli bir noktada gecenin üçünde senin yasaklaman ve yasaklarken kullanılan kelimeler; “milli bekayı zedeleyici hareket!” Yani biz burada vatan haini miyiz de bize bunu reva görüyorlar gibi bütün her yerden tepki geldi.

Ya yavaş yavaş da, ha bu çok yavaş oluyor. Bir uyanış var bence. İşçi sınıfındaki yeni Z kuşağında daha çok etkisi olacağına inanıyorum ben, çok şeyler değişir. Masada işçi sendikaları, Türk-İş falan oturuyor ama nerenin sendikası olduğunu ben bilmiyorum. Bu yani sarının da en sarısı galiba. Bu kadar olmaz. Bu adamlar bizi temsil edemez ama bu adamları da oraya getiren yine işçiler. Ben bunu anlamıyorum.

Biz DİSK’e bağlıyız. Yani biz şubemizle, genel merkezde oturuyoruz, çatır çatır yeri geldiğinde eleştirileri birbirimize karşı konuşuyoruz da. Bizim öyle bir özgürlüğümüz var. Bu yanlışı gördüğümüzde düzeltmelerini veya biz yanlışsak onların bizi düzeltmelerine neden oluyor. Mükemmel değiliz ama şu an için bence sendikalar içindeki en iyi durumda da biz varız. Biz burada hem temsilci olarak işçi arkadaşların eleştirilerine açığız, şube olarak da açığız, genel merkez olarak da. Bizdeki bu özgürlük ve demokrasi diğerlerine göre yüzde yüz olmasa da çok daha iyi durumda yani.

Asgari ücret tartışmalarında birçok sendika belirli ücretler açıkladılar. Yoksulluk sınırı da aldı başını gidiyor. Çıtayı acaba biraz düşük mü tutuyoruz?

Ya orada açıklama yapan işçi sendikaları çıtayı düşük tutuyor. DİSK’in açıkladığı bir rakam var, tamam yüksektir. Yani ben de şunu söylüyorum, bu kendi fikrim; hani ne kadar yüksek tutarsan tut. Yani bir yumurta bugün 3 lira. Beş lira olduktan sonra 10 bin lira, 13 bin lira maaş alsan ne fayda? Yani fiyat artışları olduktan sonra senin maaşının 5 bin lira yukarısı, üç bin lira aşağısı olup olmaması da çok şey fark etmez. Mesela biz Mart ayında bir zam aldık. O, iyi falan derken Mayıs’ta dedik ki ya bu yetmiyor. Hani benim zam alıp almamam önemli değil. Benim alım gücümün aldığım zamla ne kadar önüne geçiyorum ne kadar gerisinde kalıyorum o önemli.

Şu an ortalama 20 bin liraya yakın bir zam talebimiz var. Ama bu Temmuz’daki 20 bin lira. Kafamıza göre o zaman iyiydi ama şimdi geldiğimiz noktada hani bir birkaç ay sonra bu 20 bin lira da yetmeyecek hale geliyor. Yani üniversitede okuyan çocuğum var ki birçok arkadaşım öyle. Ve artık ayda 7-8 bin lira yetmemeye başladı. Yani ne yapacağımızı şaşırdık…

Sanki şöyle bir durum da söz konusu. Asgari ücretin sadece ücret olarak tartışılması, ücrete sığdırılması yetersiz bir konu. Hani ücretsiz karşılanması gereken sağlık gibi, eğitim gibi kalemlerin ücretsiz karşılanabilmesi açısından aslında bir baskı uygulanması bugün gündeme gelmeli.

Çok haklısın. İşte dedim ya, yani burada siyasilere dehşet derecede işçi sınıfının baskı yapması lazım. Ben eğitime, sağlığa hala para veriyorsam bu sosyal devletçilik değildir. Yani ki zaten artık son yirmi yıldır bu sosyal devleti öldürebilmek için, bitirebilmek için ellerinden gelenleri de yaptılar. O söylediklerine katılıyorum. Bizim bir kere sağlığın ve eğitimin ücretsiz olması, bu yolda birçok talebin olması ve baskı yapılması da lazım ama ne kadar başarılı olacağız? Ne kadar başarılı olmayacağız? Önümüzdeki seçimlerde bunu göreceğiz.

Sadece seçimlerle de ilgili değil bence. İşçi sınıfının kendi gücünü ortaya koyacağı bir ortak mücadele cephesi; işçilerin çıkarlarını savunan bir cephenin örgütlenmesi daha sonuç alıcı görünüyor. Çünkü çok fazla seçim oldu bu ülkede ve gelen her iktidar sınıfa bir tekme attı. Bunları çok yaşadık.

Ortak cephe kursak, işte hani bazı şeyler ütopik oluyor. Hep beraber hareket etsek başarırız. Herkes aynı şeyi söylüyor ama o fraksiyonda olan insanlar bile ayrışıyor. Hani ben atıyorum, bunu daha çok sol dile getiriyor. Ama sol bile beş on tane ayrım içinde, beş on tane farklı şey. Onlar bile kendi aralarında birleşemezken, savundukları şey için insanları, işçi sınıfını nasıl birleştirecekler? Yani solunda dehşet derecede bana göre hatası var. Ki sağ görüşün bu işle pek alakası yok. Bence ilk önce hani o düşünceleri insanlara anlatmak isteyen insanların, grupların bir araya gelmesi lazım.

Sanki burada odak şöyle olabilir yani. Ne olursa olsun sınıf çarları öncelikli alınırsa, o referans alınırsa ortaklaşmak çok daha rahat olur.

Evet, evet ama ne kadar alınıyor? Yani ben bunları yaşadım. Elli yaşındayım. Dört tane üniversite değiştirdim, yüksekokul mezunuyum. Bunların hepsini yaşadım, gördüm yani. Bir araya gelemiyorlar. Herkes o koltuk kavgası diyoruz ya, o koltuk kavgası her yerde var.

Sendikalaşma üzerine biraz konuştuk ama yine de şöyle sormak istiyorum. Sendikalaşma oranları düşük. Bu kadar baskı bu kadar sömürü, yoksulluk, açlık olmasına rağmen hala düşük oranlarda seyrediyor. Ve geçtiğimiz Ocak-Şubat aylarında bir işçi direnişi dalgası oldu. O direnişlere baktığımızda da çoğunun bağımsız sendikalarla ya da işte işçilerin kendiliğinden eylemleriyle ortaya çıktı. Bu niye bu şekilde? Var olan sendikalar sınıfın taleplerini karşılayamıyor mu?

Tabii ki yani bu onun göstergesi ve sonucudur. Şimdi dediğimiz gibi Türkiye’de bir sarı sendikaların gücü ortada. Hani şimdi ben bir hiç bir sendikaya üye olmayan taşeronda çalışan bir işçi olsam, Türk-İş başkanı çıkıp bakanla fısıldaşırken yanlışlıkla mikrofon da açık… Yani ben bu adama niye gidip üye olup da tekrar bir tazminat ödeyeyim ki der. Hani Türkiye’de ne kadar güvenilir sendika var ki sendikasız insanlara örnek olsun. Yerel basının büyük bir gücü de bu insanların elinde, bu insanlara yakın olan patronların elinde. Bizim gibi mücadele eden sendikalardan çok o sendikaların haberlerini veriyor. Yani bir Hak-İş, bir Türk-İş falan filan Türk metal, Özçelik İş hani bunların tutumları ortada. Bunlarla aynı fabrikada çalışan sendikasız olan o taşerondaki işçi arkadaşlar niye o sendikalara gitsinler ki?

Bizi nasıl görüyorlar? Bize ne diyorlar? Yani bizim sendikayı işte tabiri caizse hani böyle halk dili işte, “bunlar işte komünist ya Allahsız işte, alınları secdeye değmeyen insanlar, devletin bekasını bozuyor” falan, sürekli böyle bir kötüleme ve karalama kampanyasının olduğu yerde işçi sınıfını buraya toplamak, mücadele içerisine çekmek de çok zor olur. Ki o sınıfta zaten yeteri eğitim ve kültür seviyesine de ulaşmış değil. Yani onları kazanmamız şu an için çok zor.

Bunlar sanki direnişlerle aşılacak gibi. Birçok direniş ziyaretinden edindiğim izlenim bu yönde. İnsanlar hakları için direndikçe dayanışmanın, biraraya gelmenin, kendisi gibi ezilen diğer kesimlerin farkına varıyor. Direnince insanın aklı açılıyor. Sanki bu şekilde akıllar açılacak.

Sahada durum öyle değil. Yazan ve uygulanan öyle değil. Keşke öyle olsa yani. Ben bunları yaşadım yani. Burada birçok taşeronu kadrolaştırmış bir insan olarak söylüyorum. Sahada durum başka. İşin içine para falan girince, adama bu paralar teklif edilince başka oluyor. Biz burada birçok fabrikada örgütlenmeye çalıştık. Posco, Hyundai gibi, hani özellikle Japon ve Korelilerin bulunduğu yerlerde örgütlenmeye çalışırken işte tam biz örgütlenirken patron fazladan 5 bin lira, 3 bin lira, 2 bin lira neyse bir şey teklif ediyor. Millet hemen pat diye geri dönüyor. Hatta o insanlar bizim sendikayı kullanıyor. Biz gidiyoruz, orada gözaltına alındık, mahkemelere çıktık, sopa yedik hani polisle mücadele içerisine girdik falan filan. Ondan sonra onlar fazladan parayı alıp kenara çekilip gülüyorlar.

Kolay değil zaten ama hiçbir şey…

Bizim yaşadığımız şeyler. O yüzden diyorum hani o şeyler var. Yani keşke öyle olsa ama kağıt üzerinde olan şeyler pratikte öyle değil.

Peki, eklemek istediğiniz başka bir şey var mıdır?

Teşekkürler, yani sizin de böyle bir bilinçlendirme, her ne kadar böyle ortamlara geldiğinizde bazı yerlerde böyle hani negatif bakılsa da, evet hani bu mücadelenizden de vazgeçmeyin yani. Bu idealist yaklaşımımız güzel.

Biz hep geleceğiz. Tekrar tekrar geleceğiz. Teşekkür ederiz. Sağolun.

Elimizden geleni yaparız çok teşekkür ederim…

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz