Prof. Dr. Burak KÜNTAY – Dünya Gazetesi
1860 senesinden sonra Amerika Birleşik Devletleri (ABD), ‘reconstruction’ diye tabir ettiğimiz yeniden yapılanma dönemine girdi. İç savaşın Amerika’da yaratmış olduğu tahribatı temizlemeye çalışırken tek bir ulus olabilmek için yeni yasalar ve yeni yaklaşımlar benimsediler. ABD, 1900’ler yaklaştıkça üzerindeki ölü toprağını atıp yavaş yavaş topraklarını genişletme ve dış politika üslubunda agresifleşmeye başladı.
Kuruluş döneminde Amerikalı yerlilere karşı yapılan katliamlar neticesinde topraklarını genişletse de artık bu savaşlar yerini, İspanyollar ve Meksikalılarla yapılan yeni savaşlara ve yeni toprak kazanımlarına bıraktı. Bunun dışında Jefferson döneminde 15 milyon dolara Fransızlardan satın alınan Louisiana bölgesi parayla toprak satın alma üslubunun ilk örneği olsa da 1900’ler sonrası ve öncesi yeni alımlar da Amerika’nın bir dış politika adeti haline geldi. Alaska, Batı Hint Adaları gibi birçok yerin parayla ABD topraklarına eyalet olarak ya da etki alanı olarak katılması bir dış politika üslubuna dönüştü.
Hiç görülmemiş bir süreç
Amerikan başkanı Woodrow Wilson’ın Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Milletler Cemiyeti projesinin çökmesiyle dış politikada etkin güç olma hayalleri rötara uğrayan ABD; İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra gerek askeri gücü, gerek sanayi, gerek bilim alanındaki ilerleyişi ve tabii ki finansı kontrol edilebilmesiyle birlikte kendini batı ve kapitalist dünyanın lideri olarak buldu. Soğuk Savaş sonrasında birbirinden farklı Başkanlar ve farklı üsluplar göreve gelse de temel bazı dış politika kriterleri hiçbir zaman değişmedi.
Kanada, Meksika ve Avrupa ülkeleriyle sonsuz ittifak, başta silah sanayi pazarı güçlü olan ülkelerle savunma hegemonyası kurabilmek ve bu ülkelerde siyasi gücü sağlayabilmek için gerekirse ekonomik ödünler vermek. Oysaki bugün çok enteresan, hiç görülmemiş ve Amerika’nın hiçbir dönemiyle kıyaslanamayacak bir süreç yaşıyoruz.
Bakış açısı çok net…
Trump’ın bakış açısı çok net; ikili ilişkilerde Amerika daha çok kazanıyorsa iyi dostuz, aksi takdirde karşımdasın. Panama, Grönland ve Kanada Amerika’nın olacak, yok olmayacaksa ekstra gümrük vergisi uygulanacak. Amerika’daki kaçak göçmenler Latin Amerika ülkelerine iade edilecek, kabul etmeyen olursa ekstra gümrük vergisi uygulanacak. Çin’in bir şey yapmasına gerek yok ekstra gümrük vergisi uygulanacak.
Avrupa Birliği ülkeleri Amerika’dan yeteri kadar mal almazsa ekstra gümrük vergisi uygulanacak. Sanayi maliyetlerini artırdığı için tüm iklim anlaşmalarından çıkılacak. Ukrayna’ya destek olmaya devam edebilmek için Ukrayna’nın madenlerinin işletmeleri Amerika’ya verilecek, verilmezse destek olunmayacak. Neymiş efendim; Filistinlilerin yuvası, yurdu, vatanı olan toprakları, işgal etmiş İsrail’in aldığı her karar desteklenecek. İsrail yanlış karar alırsa, yanlış diye bir karar olmayacak, her karar kayıtsız şartsız desteklenecekmiş. Gazze’deki halk yurdundan vatanından komşu ülkelere sürülecek, komşu ülkeler bu durumu kabul etmezse Amerika bu durumu asla kabul etmeyecekmiş, uygulayacağı ekstra gümrük vergileri ve yaptırımlarla 50 binin üzerinde katledilen, 250 binden fazla yaralısı olan Filistinlileri de buradan sürecekmiş.
Topraklarından sürülmesi Trump tarafından gayet normalleştirilmiş, bu insanlar uğradıkları zulümden sonra bir de tehcir edilecekmiş ve asla geri dönemeyeceklermiş. Çünkü Gazze birçok büyük otelden oluşan, golf kurslarından oluşan bir tatil beldesi haline gelecekmiş. Çünkü dünya barışı için, katledilen insanların, yaralanan yüzbinlerin ve vatanından koparılmak istenen milyonların hiçbir önemi yokmuş. Tek dert oteller ve golf kurslarıyla; Gazze’yi büyük bir turistik alana çevirmekmiş. Ne kadar çok mış, miş dedim değil mi? Ama maalesef bu trajik söylemlerin, akıl almaz iddiaların her biri Trump ve Netanyahu tarafından ciddi ciddi dillendiriliyor. Bütün bunlar insan hakları, hukuk ve demokrasi diye bağıran dünyanın gözleri önünde oluyor.
Resmen bir çöküş içinde
Şu yazdıklarımı yazarken sadece ve sadece utanıyorum, üzülüyorum ve nasıl bir devre denk geldik diye düşünmeden edemiyorum. Dünyanın ahlaki, siyasi ve hukuki sistemi resmen bir çöküş içinde. Daha da dibe vurur mu dediğim her gün, dibinde dibini gördüğümüz bir dünya siyasetinin içinde yaşıyoruz. Amerika güçlü bir ülke para, siyaset ve askeri yaptırımlarla birçok ülkeye birçok şey yaptırabilir. Ama herkese her şeyi yaptıramaz. Trump’ın bu söylemleri popüler olma kaygısının ötesine geçer, yarısı gerçeğe dönüşme yolunda giderse dünya siyaseti, tarih boyu görmediği yeni ittifaklar ve yeni güç dengeleri ile karşılaşır.
ABD; kuruluşundan beri belki ilk kez yalnız kaldığı, ekonomik olarak büyük çöküntüye uğradığı ve iç dengelerinin uzun süre toparlanamayacağı bir döneme doğru ilerler.