A 101’in 1’i artık Muhammet Ali Yaşar’dır! – Umur Talu

Başörtüsünü görüyorsunuz ama yoksulluğun, katmerli itilmişliklerin, adaletsizliklerin başörtülü kadınlarını bile görmüyorsunuz. Şahane büyüme hızları altında büzülen, muhteşem piyasa patlamalarında paramparça olan, AVM tapınaklarının yangınlarında kül kalan haneleri ıskalıyorsunuz.

100 patronlarınsa, 1 işçidir, işçilerindir çünkü!

Yaşar’dı, zorla tek başına açmak zorunda kaldığı mağaza deposunda “uyuya kalmasa”ydı!
Böyle dediler ve kimileri de bunu aynen, hiç tereddüt etmeden, öyle haberleştirdi. İyi niyetle elbet Muhammet!

Sabah, mağazayı tek başına açan gencecik bir işçinin, yangın çıkışı kapalı, her yerde açık kablolar bulunan, elektrik panosu arızalı olduğu söylenen bir depoda “uyuması” şu demek:
Kendi etti kendi buldu!
Bir de büyük ihtimalle yalan demek!

Türkiye kapitalizminin Ak çağında, cephanelikte havaya uçan askerler, AVM inşaatının naylon çadırında eriyen işçiler, tersanede gaza, suya boğulan “köylüler” için de, fırında indirilmiş kepenklerle alevlere atılmış ekmek ustaları için de hep böyle dendi.
İktidar kankası patronun gökdelen inşaatında asansörle zeminin de altına çakılanlar, kilitlendikleri tekstil atölyesinde kül olan kadınlar ve selde zorla bindirildikleri minibüste boğulan işçi kadınlar için de.
Ne demişti patronları, “Köpek bile canını kurtardı, bunlar bi beceremedi.”

Sorun şu:
Onlar unutturuyor, biz unutuyoruz.
Bana bakmayın. Onca yılın binlerce yazısındaki kayıp insanların çoğunu hatırlıyorum.
Unutturmamak da istemişim ama hayat öyle akmıyor tabii.

Buyrun naylon çadırda 11 ölünün yanına

Buyrun Esenyurt’ta AVM çadırına, uzayan davalara; AVM açılırken çoktan toprağa karışmış işçilere:

Van’da depremden canlı çıkabilmiş bir işçi; kocanız, kardeşiniz, evladınız.
Ekmek İstanbul’da bir AVM inşaatının ağzında.
Cilalı AVM yapanlar, işçilere naylon çadır münasip görmüş.
Tek çıkışlı Sahra çadırı.
Dışarıdaki fazla sünger yatakların da içeriye istiflenmesi emredilmiş.
Mart soğuk hala, içeride elektrikli ısıtıcı; ekli, bantlı, açık kablolar.
Sonra…
Çadırın gecesine bir canavar gibi saldırıp naylonla birlikte 11 işçiyi eriten alevler.
Yetkililerden sözler, laflar, boş laflar.

Babası naylon çadırda eridikten sonra doğan bebek, mahkeme koridorlarında emzirilerek, hiç görmediği babasının mezar taşını öperek, iki yaşında.

Şöyle düşünün:
Eriyen sizin kocanız, evladınız, kardeşiniz.
Ve mahkemede bilirkişi raporu diyor ki…
Sünger yatakları tek çıkış kapısına istifledikleri için… Sahra çadırının yabancısı olmadıkları için… Maktuller de kendi ölümlerinde kusurludur!
Ki kurbanlar kendi ölümlerinin celladı sayılsın!

Bunca cinayetin orta yerinde, hiç utanmadan, sıkılmadan… bak günahtan ve Allah’tan da korkmadan neden böyle konuşuyorlar?
Kutuları, kasaları, sıfırları halel görmesin…
İşçiler kendi ölümlerinin kusurlusu, kendi kurban edilişlerinin celladı, kendi maktul hallerinin katili, kendi ölümlerinin yapsatçısı sayılsın diye.
Çünkü tamah arsızlığı, günah korkusunun bile önüne geçmiş işte!

Buyrun işte başörtü sorunu

Sonra, gün gelmiş, “başörtüsü meselesi”ni konuşup konuşup kocaları iş cinayetlerine kurban edilen “başörtülü kadınlar”ı zerre görmeyenlerin kulağını çınlatmış yazılar:

Başörtüsünü görüyorsunuz ama yoksulluğun, katmerli itilmişliklerin, adaletsizliklerin başörtülü kadınlarını bile görmüyorsunuz.
Şahane büyüme hızları altında büzülen, muhteşem piyasa patlamalarında paramparça olan, AVM tapınaklarının yangınlarında kül kalan haneleri ıskalıyorsunuz.
Devlet çiftliğinde, minicik ve sigortasız yaşlarında taşeron için koyun sağarken dereye düşürülen süt kızların hanesinden, adalet özleminden kaçıyorsunuz.

Buyurun Esenyurt’ta AVM şantiyesi naylon çadır yangınının kül işçilerinin, naylon gibi eriyen 11’lerin “başörtülü” eşleri. Hadi, korkmayın, ölü işçi sınıfının kadınlarının yanına varın:

Buyurun Davutpaşa maytap katliamının kor işçilerinin, düğünlere, gösterişlere, törenlere, şölenlere canını veren 21’lerin “başörtülü” eşleri, anaları, kızları. Hadi uzayan mahkemelerde ellerinden tutun.

Buyurun, Başkent’te, polis mermisiyle öldürülen Ethem Sarısülük’ün de işçilik yaptığı Ostim-İvedik’in, kâr arsızlığına kurban edilmiş paramparça işçilerinin, devletin iş güvenliği örgütünün yanı başında katledilen 20’lerin “başörtülü” can parçaları. Hadi ruhlarına bir huzur verin.

Buyurun, idarenizdeki Ceylanpınar çiftliğinde emeği ve çocukluğu günlük üç-beş liraya kiralanan minik süt kızların peşinde, suda umut arayıp ceset bulan “başı örtülü” analar, kardeşler; 40 işçi yüklü kamyondan 11’leri yutan sudan son anda alınan “başı örtülü” kızlar, kadınlar. Hadi çocukları, işçileri, kadınları koruyan kanunlarınızı seferber edin.

Buyurun, hiç merak etmediğiniz, baskı ve esaret düzenine alttaki askerleri rehin alan Disiplin Kanunu hediye ettiğiniz TSK’da, yılda yüze bile ulaşan intiharlarda yok olan sıvasız hane çocuklarının “başörtülü” anaları, nişanlıları, eşleri, kardeşleri. Kaldırdığınızı sandığınız “vesayet”in sıradan, gündelik, olağan esirleri, rehineleri. İyi bakın!

Daha az işçi, daha dolu havuz

“Kapital” tadındaki ortaokul matematik kitapları da şöyle problemlerle “artık-değer”i öğretiyor:
8 işçi 12 parça işi 36 saatte bitirirse, 6 işçi 16 parça işi kaç günde bitirir?
Problem bize kafadan diyor ki: 8 işçinin 2’si iş kazası kurbanı oldu muhtemelen; fakat patron daha az işçiden daha çok iş talep ediyor ki, bu normal!
Bakın bu da kamu ihalesi; yine işçi eksilmiş, iş çoğalmış:
24 işçi 40 km’lik yolu 15 günde asfaltlarsa 18 işçi 80 km’lik yolu kaç günde yapar?
Fakat iş “Havuz”u doldurmaya gelince problem tersine dönüyor:
5 havuzu 15 musluk 40 saatte dolduruyor. 8 havuzu 20 musluk kaç saatte doldurur?
Görüldüğü gibi işçiler düşüyor, eksiliyor, tek işçinin iş yükü büyüyor çocuklar…
Ama hem Havuz sayısı, hem musluk sayısı artıyor örtmenim!
Daha çok işçinin daha hızlı düşüp daha çok havuzun daha çok muslukla daha hızlı dolduğu sisteme de Havuz Kapitalizmi deniyor Keynes!

KaynakGazete Duvar

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz