En zoru, her zaman bugünü anlamaktır. Olup biten şeyleri, üzerinden belli bir zaman geçtikten sonra anlamak daha olanaklı olur.
Ülkemizde, bölgemizde ve dünyada önemli gelişmeler yaşanıyor. İşçi-emekçiler, kapitalist sistemin müsebbibi olduğu ekonomik krizin kıskacında hayatta kalmaya çalışırlarken, gelişmeleri anlamak ve anlamlandırmak giderek zorlaşıyor.
Bugün Saray Rejimi, dört bir koldan toplumsal muhalefete saldırıyor. Aslında dün de böyleydi. Bir çeşit iç savaş hukuku ile işçi sınıfı ve halklara savaş açtılar.
Krizin faturasını işçilerin, emeklilerin, yoksul halkın sırtına yüklemenin başkaca bir yolu da yoktur. O nedenle her gelişme, bir işçi grevi bile beka sorunu hâline geliveriyor.
İşçi sınıfı saldırının keskin ucunu her an hissediyor. Saray Rejimi; kendi uzantısı durumundaki muhalefet partileri, Türk-İş, Hak-İş, Memur-Sen vb. sendikaların başına çöreklenmiş asalak sendikacılar, tetikçisi hâline getirdiği yargı ve burjuva medya marifetiyle ile sömürü-rant-yağma-savaş ekonomisini sürdürüyor.
Mehmet Şimşek programı, uluslararası sermayenin alacaklarını tahsil etme programıdır. IMF direktifleri ile belirlenen yüzde 30’luk asgarî ücret zammı üst barem kabul edildi ve CHP’li belediyeler dâhil her yerde bu ölçü kabul edildi. Şimdi, işçiler temmuz ayında zam beklerken, kamu emekçiler toplu görüşmeye gidecekken, kamu işçilerine yapılan hakaret kabilinden zam teklifleri, gelecek dönemin işaretlerini de veriyor.
Emperyalist savaşa hayır!
İsrail’in İran’a dönük saldırıları, bölgemizde süren emperyalist paylaşım savaşında yeni bir evreye işaret ediyor. Bölgemiz, işçi-emekçi, yoksul Ortadoğu halklarının kanı ve gözyaşı üzerinden, merkezinde siyonist İsrail’in güvenliği olmak üzere Batılı emperyalist planlar doğrultusunda yeniden şekillendirilmek isteniyor. Soykırımcı işgal devletinin Gazze’de gıda dağıtım kuyruğundakileri çocuk-yaşlı demeden adeta “avladığı” bir yaşamı tüm bölgemize yaymak istiyorlar.
Savaşı yaymak isteyen ABD ve dümen suyunda hareket eden Avrupalı emperyalistler, açıkça İsrail’in kirli işlerini gördüğünü söylüyor. Saray Rejimi ise siyonist İsrail’in Filistin’de/Gazze’de gerçekleştirdiği katliamlara ilişkin yaptığı gibi yine hamaset yaparken, arkada İsrail ile ilgili anlaşmaları, sevkiyatları sürdürüyor.
İran’daki işçi-emekçi-halk düşmanı rejimin, sosyalistlerin, işçi sınıfının kanı üzerine kurulduğu ve ülke zenginliklerinin bir avuç egemenin tasarrufunda olduğu açık bir gerçek. Bu rejimle hesaplaşmak ancak İran işçi sınıfının, emekçi halklarının önündeki sorumluluk olabilir. Dolayısıyla, İran’a yönelik saldırıya herhangi bir gerekçe ile suskun kalmak, bölgemizde sürdürülen emperyalist, siyonist saldırganlığa, savaş politikalarına onay vermek anlamına gelecektir. Irak’ta, Afganistan’da, Libya’da, Suriye’de olduğu gibi halkların başına “demokrasi bombası” yağdıran emperyalist Batı ile aynı saflara düşmek demektir.
Bugüne kadar ABD nereye saldırdıysa adına demokrasi, medeniyet götürmek dedi. Bugün İsrail’in saldırılarından İran halkına zerre kadar fayda geleceğini iddia edenler katıksız biçimde NATO kafasıyla düşünüyor demektir. Bizler bu kirli savaşta İran halklarının yanında yer alacağız.
İşçi sınıfı direniyor, öğreniyor, öğretiyor!
19 Mart eylemleri, Gezi’den bu yana barikatların aşıldığı ilk eylemler oldu. Korku duvarında yeniden gedikler açılıyor. Toplumsal mücadelenin kurallarına uygun biçimde gençler yolu açarken, ailelerini, toplumun diğer kesimlerini de etkiliyorlar. Yine öğrenciler mücadele biçimlerini başta işçiler olmak üzere diğer kesimlere yayıyorlar. Barikatı gören, bir an tereddüt etmeden, üzerine yürüyor. TÜPRAŞ işçilerinin barikatları aşarken ortaya çıkan görüntüler bu açıdan izlenmeye değer.
İşçi sınıfı bugün esirdir. Bu esaretin ana sebebi işçi sınıfının devrimci hareketlere uzaklığıdır, yeterince örgütlü olamamasıdır.
Sendikaların durumu ortadadır. Bu ortada olma, değişmez anlamına gelmiyor. Türk-İş, Hak-İş, Kamu-Sen vb. birer işçi sendikasından çok, devletin, patronların örgütüdür. DİSK ise tarihine yabancı, devrimci sıfatını sadece adında taşıyan, CHP kuyruğunda bir yapı hâlindedir.
Ama neyse ki tablo bunlardan ibaret değildir. Urfa Başpınar’da, işçilerin doğru bir örgütlülük altında neler yapabileceğini gördük. Çaresiz görülen maden işçilerinin aynı şekilde; çalışmak eşittir yaşamak denklemini bozduğuna tanık olduk. İnşaat işçileri, hak gasbının sıradan hâle geldiği bu sektörde, patronların ensesinde boza pişirerek haklarını ala ala yeni bir gelenek yarattılar. Küçük ama etkili sendikaların örnekleri daha da fazladır elbette.
Birleşik Metal-İş üyesi işçilerin Saray’ın grev yasağını delmeleri, yasağa rağmen davullu zurnalı grevleri bir başka eşiktir. TÜPRAŞ işçisinin sendikanın oldu bittisine karşı ortaya koyduğu eylemlilik, Petrol-İş Gebze Şubesinin ciddi kazanımları diğer öğretici örneklerdir. Bu konuda da daha örnekler bulunabilir. Denilebilir ki sendika mafyası işçiler üzerindeki etkisini yitirmekte. Ama bu zorlu ve uzun bir mücadele gerektirecektir. Tarihin hızlanacağı ön görülürse, yıllarca sürecek mücadelelerin çok daha kısa sürede sonuç alması mümkün olacaktır.
Sendika mafyası işçilere genel grevin neden mümkün olmadığını anlatmakla meşguldür. Hâlbuki gerçek bir işçi sendikasından beklenen işçilere genel grevin ne olduğunu, nasıl örgütleneceğini anlatmasıdır. Ama işte bunlar patronların, Saray’ın işçi sınıfı içindeki ajanlarıdır; çapları, işlevleri, görevleri budur. İşçiler silkinip bunları üzerinden atacaktır, görev budur…
İşçi sınıfı, toplumsal mücadelenin dinamosudur
Bölgemizde emperyalist paylaşım savaşı büyürken bizim saflar, işçi ve emekçilerin safları derin bir örgütsüzlük hâlindedir. Sendikalar işçilerin çok azı içinde örgütlüdür. Yani işçiler ekonomik örgütlerine bile sahip değildir.
Örgütsüz halkın hafızası, ortak aklı olmaz. Milliyetçi histeriler, sınıfsal çıkarları bastırır örgütsüz toplumda. İşçi sınıfı, toplumsal mücadelenin dinamosudur. Hem üreten tek güç olduğu için hem de savaştan ve sömürüden bir çıkarı olmadığı için.
Mücadeleye öncülük edecek olan işçi sınıfıdır. Bunun için örgüte ihtiyaç duyar. Ekonomik manada sendikalarına, siyasi manada devrimci sosyalist örgütlerine.
Direnişler, grevler yaygınlaşarak sürüyor. İşçiler, kadınlar, köylüler direniyorlar. Bugün direnişleri öne çıkan öğrenci gençliktir. İşçi sınıfı tüm bu direnişlere ses vermeli, kendi direnişinin bir parçası olarak görmelidir.
İşte tüm bu direnişlerin bir potada, örgütlenmiş bir Birleşik Emek Cephesinde birleşmesi bugünün ihtiyacıdır. Bunun yolu dayanışma ve ortak eylemden geçiyor. İşçi sınıfının öncüleri, buna göre hareket etmek, tarihin akışına yön vermek gibi bir sorumlulukla karşı karşıyadır.