Geçtiğimiz hafta salı günü (30 Nisan) Merkez Bankası (MB) Genel Kurulu’nda bankanın dönem zararı açıklandı: 818.2 milyar lira! Kur korumalı mevduat (KKM) hesapları kaynaklı banka giderinin ise 833.4 milyar lira olduğu duyuruldu. Bugünkü kurla yapılmış kaba bir hesaplamayla 26 milyar dolarlık bir ‘gider’. MB eliyle yapılmış devasa ölçekte bir servet transferi. Kamu işçisi, asgari ücretliler, memurlar ve emekliler için ‘yok’ denilen kaynakların nerelere aktarıldığını gösteren güzergahlardan biridir bu transfer… “Parayı takip et!”
Ertesi gün 1 Mayıs’tı. Evrensel okurları yaşananları biliyor. Ücretler ezilmiş, ‘güvenceli esneklik’ sermaye sözcüleri tarafından alenen telaffuz edilir hale gelmiş, Şimşek momentinden yüz bulan her düzeyde patronun kıdem tazminatını çalma tutkusu alevlenmiş, emekliliği özelleştirme planı ayan beyan konuşulur olmuş, çocuk emeği üretimin her alanına hoyratça ve bizzat devlet teşviğiyle sokulmuşken, 1 Mayıs’ın gündemine bu konular yeterince girmedi. Tüm gözlerin çevrildiği İstanbul 1 Mayıs’ı için Taksim çağrısı yapan iki sendika konfederasyonu ve resmi muhalefet çağrısının arkasında durmadı. Ama daha önemlisi, işçi sınıfının öz güçleri de, düzen siyasetinin bu tutumunu aşan, güçlü ve önümüzdeki döneme bir mücadele hattı bırakacak bir 1 Mayıs kutlaması gerçekleştiremedi. Tarihsel bir saldırı altındaki emekçilerin bu en önemli günü, birdenbire, zamansız anayasa tartışmalarına sinik göndermeler yapan resmi muhalefet tutumunun ya da Taksim’i yetkisi dışında, salt güç gösterisiyle kapatan polisin sözde ‘mağduriyeti’nin arasında salınan, faydasız bir tartışmanın içine sıkıştı. Sermaye sınıfı ve Saray bundan daha ‘iyi’ bir 1 Mayıs hayal edemezdi herhalde. Belki de sadece hayal etmemişlerdir!
Bir sonraki gün, 31 Mart seçimlerinden sonra ortaya çıkan yeni siyasi tablonun bir gereği olarak toplumun karşısına çıkan Erdoğan-Özel buluşmasının önemsiz detaylarına boğulmuş bir koltuk, macun, falan-fıstık falıyla geçti. Türkiye siyasetinin iki büyük ‘kutup başı’, CHP ve AKP, ‘bu zor günlerde’ bir araya gelmeyi başarmıştı. Kendi anlamının tamamen dışındaki bir çerçeveye ittirilen 1 Mayıs meydan(lar)ının yerini; oturma düzeni, hediye takası ve nihayet ‘yumuşama’ şayiasıyla dekore edilmiş AKP genel merkezi teşrifatı aldı. Halkın sorunlarının çözüleceği yer “polisle itişip kakışılan”, “kimsenin birbirine güvenmediği” meydanlar değil, seçim sonuçlarına “saygı gösteren” ve seçim sonuçlarından “şımarmayan” siyasetçilerin diyaloğuydu…
Bir sonraki gün (3 Mayıs) TÜİK, tam da Şimşek programının ihtiyaç duyduğu enflasyon verilerini açıkladı. KKM’nin yanında ve ondan da güçlü bir vakumla emeğin tarafından sermayenin tarafına transfer yapan enflasyon, ücretli emek başta olmak üzere küçük üreticileri, esnafı, toplumun tümünü mutlak bir yoksullaşmaya, iflaslara, işsizliğe sürüklemeye devam edecek. Asıl kemer sıkma, kemeri kemendi halkın boynuna geçirerek sıkıştırma şimdi başlıyor. İşçi sınıfı ve tüm emekçilerin, halkın en geniş kesimlerinin gündelik yaşamını daha da karanlık bir kabusa çevirecek olan dönem başlıyor. “Dört yıllık seçimsiz dönem” tekerlemesi, bu sürecin gözü karalığını işaretleyen parola gibi. Bu tekerlemeyi en çok silsile halinde sermaye sınıfının temsilcileri seviyor olmalı. Dört yıllık seçimsiz dönem, ekonomideki yıkımı halkın sırtına vurmak için ekonomik, fiziki ve hukuki şiddetin dizginsizce uygulanabileceği bir ‘marj alanı’ yaratıyor.
Yine 3 Mayıs’ta Erdoğan’ın Cuma namazı çıkışında üç kez “yumuşama” sözcüğünü kullandığı açıklaması bu ‘marj alanı’ içinde değerlendirilmeli. Erdoğan kendisinin yumuşamasından değil, siyasetin yumuşamasından söz ediyor. Yani sermayenin zehirli reçete programını uygularken karşısına çıkacak olası halk muhalefetine karşı, düzenin tüm güçlerinin ‘birbirlerine karşı yumuşak’ ama ‘emekçilere ve halka karşı tavizsiz şekilde sert’ davranacakları bir yeni dönemi tarif ediyor. Bu konuda da epey mesafe kat edildiği anlaşılıyor.
1 Mayıs sonrası operasyonlarda kelepçelenerek emniyete doğru ‘süpürülenlerin’, bölükler halinde tutuklananların verdiği mesaj da bu döneme ilişkindir. Halkın tüm kemerleri sonuna kadar sıkılırken, olası tüm itirazlara da kelepçe ve hapishaneyle gözdağı veriliyor.
Artık geniş kitleler için kod adı ‘Şimşek programı’ olan sermaye programı sadece kemerle değil kelepçeyle de geliyor. Ancak bunun esasen bir güç değil, güçsüzlük alameti olduğunu görmeliyiz. 1 Mayıs’ta ortaya çıkan tabloyu hızlıca birleşik bir mücadelenin lehine değiştirmek mümkün.