Aldanmazsak varız, aldanırsak yok!

Yaşadığımız döneme damgasını vuran ana etken, emperyalistler arası paylaşım savaşıdır. Bu savaş, bir taraftan, Libya, Suriye, Ukrayna’da olduğu gibi sıcak biçimlerde sürerken, diğer taraftan, içeride ırkçı milliyetçiliğin körüklenmesi, halklara, işçi sınıfına karşı saldırılar olarak gündeme geliyor. 

Ülkemiz de bundan bağımsız değildir. ABD’nin bölgemizde bir tetikçi olarak organize ettiği Saray Rejimi, dışarıda efendisi adına adımlar atarken, içeride halklara, işçilere karşı açıkça iç savaş yürütüyor. 

Savaşın bir tarafı ortadadır. Saray Rejimi ve sermaye. Diğer tarafı ise burjuva medya, polis copu ve sendika mafyası tarafından kuşatılmış, örgütsüzlüğün verdiği dağınıklık nedeniyle bu saldırılara topyekûn cevap vermekten uzak işçi sınıfıdır; bu toprakların yoksul halkları, emekçileridir. 

Seçimler, işçi sınıfına uzunca bir süredir bir gündem olarak dayatılıyor. Öyle ki, depremde isimsiz, kefensiz gömülen, yüzbinlercesi enkaz altında bırakılan insan bile unutturulmaya çalışılarak, “Erdoğan gitsin de yerine ne gelirse gelsin” denildi, saray rejiminin her zor anında stepnesi olan burjuva muhalefet umut haline getirilerek işçilere kurtuluş olarak sunuldu.

Burjuva düzende seçimler aldatmacadan ibarettir. Seçimler her zaman, sermayenin ve uluslararası şirketlerin çıkarlarını en iyi savunacak, sahneyi dolduracak aktörleri seçmek için yapılır. Ülkemizde, partilerin milletvekili adayları bile ABD elçiliklerinde belirlenir. İnanmayan ‘muhalefetin’ listelerine baksınlar. Üstelik, seçimlerde sandığa ne girdiği değil ne çıktığı önemlidir. İşte 14 Haziran seçimlerinde yaşanan budur. 

İşçi sınıfı devrimci siyasal bir güç değilse hiçtir! 

İşçi sınıfı siyaset sahnesinde yoksa, kendini siyasi bir varlık olarak ortaya koyamıyorsa, onun yerine başkaları konuşur. İşçi sınıfının siyasi bir varlık olarak sahneye ağırlığını koyması, sınıf bilinci ile donanmış, devrimci bir işçi sınıfı haline gelmesiyle mümkündür.

Bunu sağlamak ise, bireysel bir iş değil örgütsel bir iştir. İşçi sınıfı, ancak gelişmiş devrimci bir işçi örgütünün saflarında kendi gerçek kimliğini bulabilir, sahneye bu örgütü sayesinde ağırlığını koyabilir.

Bugün birçok işçi örgütü var. Sendikalar, dernekler vb. Ama işçiler 12 Eylül’den bu yana devrimci sınıf siyasetinden kopuktur. Bu kopukluk işçileri burjuva partilerin kuyruğuna takılmaya, sendika mafyasına boyun eğmeye götürüyor. Bunun sonucu açlık, yoksulluk, sefalet oluyor. Bunun sonucu esarete varıyor.

Çıkış yolu direniştir!

Bugün insan olarak kalabilmenin yolu, direnmek olarak öne çıkıyor. Direniş, sadece hakkını almaya yaramıyor. Gücünü görmenin, kendine ve sınıf kardeşine güvenmenin, kavgadan öğrenmenin yolu da direnişten geçiyor. Bunun en güzel örneklerini Gezi Direnişi sırasında yaşadık.  

İşçiler göçük altında bırakıldığında, ormanlar yakıldığında, depremde yüzbinler enkazla birlikte gömülürken ortaya çıkan dayanışma seferberliği; kadınların, köylülerin, gençlerin, işçilerin egemenleri uykusundan eden direnişlerinin yarattığı refleksin yansımasıdır. 

Bugün ülkenin dört bir yanında direnişler sürüyor. Biri bitmeden diğeri başlayan direnişler hem kazandırıyor hem de öğretiyor. Eksik olan bu direnişlerin gücüne güç katacağı birleşik bir potada akmıyor olmasıdır. Bugün mesele sadece direnmek değildir. Örgütlü direnişi geliştirmek, direnirken örgütlülüğü büyütmek ve bu direnişi kitlesel bir direnişin parçası olarak görmek, buna göre hareket etmektir. İşçi sınıfının en büyük ihtiyacı, bu direnişlerin ortak bir potada akmasını sağlayacak Birleşik Emek Cephesinin kurulmasıdır. 

Saray Rejimi sokakta yenilecek!

Seçimlerinde gösterdiği üzere, mesele Erdoğan meselesi değildir. Yaşadıklarımız, öyle tek adam rejimi diyerek açıklanamaz. Mesele, birkaç kötü adamın başımıza ördüğü çoraptan çok daha fazlasıdır. 

Öyle bir sistemdir ki bu, seçim diye önümüze birbirinin aynı iki seçeneği, bir madalyonun iki yüzünü birer seçenek olarak sunuyor. Ortada tek bir devlet partisi vardır. Hepsi NATO’cudur. Hepsi, neoliberal ekonomiden yanadır. Hepsi, sermayeye biat etmiştir. Hepsinin derdi devletin bekasını korumaktır. Ve hepsinin korkulu rüyası, kıçlarına tekmeyi vuracak işçi sınıfının sahneye çıkma ihtimalidir.

Saray Rejimi sandıktan çıkmadı ve öyle bize vaaz edildiği gibi seçimle de gitmeyecektir. Bu çürümüş rejimi işçi-emekçilerin, yoksul halkların birleşik mücadelesi alaşağı edecektir. 

Ve bu hesaplaşma evlere kapanarak değil sokakta yaşanacaktır!