3 Mart; “İş Cinayetlerine Karşı Mücadele Günü”; İşçiler, ölmemek için de örgütlenmek zorundadır

Efendisinin malı olan kölenin, hiç değilse iş gücünden düşmediği sürece yaşantısı güvence altındadır. Bir köylü marabanın da en azından üstünde yaşayabileceği bir parça toprağı vardır. Her ikisi de yaşamını sürdürebilmek için, en kötüsünden de olsa bir güvenceye sahiptir. Bir proleter ise her zaman kapitalizmin girdabında yaşam savaşı vermek zorundadır. Açlık ve sefalet içinde bir yaşam iledoğal’ olmayan bir ölüm her zaman yanı başındadır…

Bunun neden böyle olduğu, tanrısı para olan bu sistemin; kapitalizmin doğru anlaşılmasıyla mümkün olabilir ancak… Bu sistem, özetle; daha fazla kâr, birbirini boğazlarcasına rekabet, tahakküm ve bunların gerektirdiği şiddet örgütlenmesinin bütünüdür diyebiliriz.

Bu sistemin bir tarafında, üretim araçlarının toplumsal mülkiyetini gasp ederek devlet aygıtı eliyle tüm toplum üzerinde tahakküm kurmuş bir avuç azınlık; burjuva sınıfı, diğer tarafında, yaşamlarını sürdürebilmek için gerekli üretim araçlarından arındırılmış devasa bir gövde; işçi sınıfı vardır.

Çıkarları tamamen birbirine zıt bu iki sınıf arasında kavga/savaşım kaçınılmazdır, zorunluluktur. Savaşımın düzeyini belirleyen temel faktör ise bilinç ve örgütlülük…

Konumuz kapsamında; işçiler bugün sadece insanca yaşamaya yetecek bir ücret, daha insana yaraşır bir yaşam için değil, ölmemek için de örgütlenmek zorundadırlar.

Neden 3 Mart?

Yer Zonguldak, tarih 3 Mart 1992… Ülke tarihinin o güne dek yaşanmış en büyük işçi cinayeti bu tarihte yaşandı. Türkiye Taşkömürü Kurumu’na (TTK) bağlı Zonguldak Kozlu işletmesinde yaşanan grizu patlamasında 263 maden işçisi hayatını kaybetti.

22 yıl sonra, 13 Mayıs 2014’te sadece ülke tarihinin değil, dünya madencilik tarihinin en büyük cinayetine tanık olacaktık. Devletin resmi verileriyle 301 maden işçisi Soma’da göz göre göre gelen katliamda yaşamını yitirecekti.

Türkiye Mühendis ve Mimarlar Odalar Birliği (TMMOB), Kozlu’da yaşanan bu katliamın ardından iş cinayetlerine dikkat çekebilmek için, 3 Mart tarihini “İş Cinayetlerine Karşı Mücadele Günü” olarak ilan etti…

Kozlu madenci katliamının 33’ncü yıldönümü olan bu gün, aynı zamanda bir inşaat işçisi olan yoldaşımız Duran Baysal’ın da aramızdan alınışının 8’inci yıldönümü. Kaldıraç dergisi ve İşçi Gazetesi’nin aktif emekçilerinden olan yoldaşımızı 3 Mart 2016’da Diyarbakır’da bir iş cinayetinde yitirdik.

Duran Baysal, aynı zamanda inşaat işkolundaki başlıca iki mücadeleci sendikamız olan İnşaat-İş ve Dev Yapı İş’in de aktif emekçisi… Burada anmak istiyorum; Duran gibi emektar, onun gibi inançlı ve kararlı bir devrimci işçi Hasan Oğuz’u da selamlıyorum. İnşaat İş’in kuruluşunda yer alan, daha sonra Dev Yapı İş sendikamızın Avrupa yakası temsilcisi olan Hasan yoldaşımızı da 13 Nisan 2020 tarihinde çalıştığı İstanbul Galataport şantiyesinde yitirdik.

Bu vesileyle, Duran ve Hasan yoldaşlarımız nezdinde iş cinayetlerinde yaşamını yitiren tüm işçi kardeşlerimizi saygıyla anıyoruz; bu köhnemiş sömürü düzeni yıkma kararlılığımızı bir kez daha vurguluyoruz.

Neden kaza değil, iş cinayeti?

Bir olaya “kaza” diyebilmek için, önceden öngörülememiş ve planlanmamış olması gerekir. Bu tanım, iş kazaları da dahil tüm kaza türleri için geçerlidir. Ülkemizde yaşanmış ve işçilerin hayatlarını kaybettikleri olaylara baktığımızda ise, bunların neredeyse tümünün öngörülememiş nedenlerden gerçekleşmediği, büyük çoğunluğunun da göz göre göre yaşandığı alenen ortada…

Hala resmi açıklamayla 9 işçinin toprak altında olduğu İliç’e yaşanan katliam yeterince açık bir örnek -ki sadece işçileri öldürmekle kalmadılar, etkisi zamanla daha fazla açığa çıkacak büyük bir doğa katliamına da imza attılar. Kim buna ‘kaza’, ‘kader’ diyebilir… Diyenler bizzat asli katillerdir.

Sessiz işçi soykırımı!

İşçilerin çalışırken canını alan, daha fazlasını sakatlayan ve meslek hastalıkları sonucu ölümüne neden olan ücretli kölelik düzenine karşı sürdürülen mücadele, yıllar içinde toplumsal bir duyarlılık ve bilinç geliştirse de işçi cinayetleri hız kesmedi. Kadın-erkek-göçmen-çocuk; yaşı, cinsiyeti, kökeni fark etmeksizin her yıl yüzlerce işçi iş cinayetlerinde can vermeye devam etti, ediyor.

İşçi ölümleri; acıdır ki, işçiler topluca ölmedikçe gündem olmuyor. Oysa her 2 ayda, en az bir Soma yaşanıyor!

İşçi Sağlığı ve Güvenliği Meclisi (İSİG), her ay bu konuda rapor hazırlayıp yayımlıyor. Yıllık raporlarda iş cinayetlerinde yaşamını yitiren işçi sayısı ortalama 1500 dolayındadır.

İSİG’in geçtiğimiz yıl sonu raporuna göre; 2023’te en az 1932 işçi yaşamını yitirirken, AKP’nin iktidara geldiği Kasım 2002 tarihinden bugüne -2024 Ocak ayı dahil- iş cinayetlerinde hayatını kaybedenlerin sayısı ise en az 32 bin 636’ya ulaştı.

Türkiye bu ölüm verileriyle, dünya sıralamasında en fazla işçi ölümlerinin yaşandığı ilk üç ülkenin içerisinde, Avrupa’da ise birinci sırada yer alıyor.

MESEM ve çocuk işçi ölümleri

Şu anda da, MESEM denilen uygulamayla fabrikalara, işyerlerine “stajyer” olarak gönderilen çocuk işçilerin ölümü gündemde.

Mesleki Eğitim Merkezi”, kısa adıyla MESEM, Milli Eğitim Bakanlığı’nın 2021-2022 eğitim yılı döneminden itibaren kapsamını genişlettiği bir uygulama. Çocuk işçiliğine yasal kılıf sağlayan bu uygulamasıyla öğrencilerin staj adı altında ucuz işgücü olarak sömürülmesinin önü açıldı.

Verilere göre halihazırda, mesleki eğitim adı altında 2 milyona yakın öğrenci, haftanın bir günü okulda, dört günü işyerlerinde stajer olarak çalıştırılıyor.

Mesleki eğitim, bireyleri toplumsal yaşam için gerekli mesleklere dair fiziksel, zihinsel bilgi ve becerilerle donatan, ekonomik ve sosyal anlamda hayata hazırlayan bir süreç olarak tanımlanıyor. Ancak yaşanan ölümler ve ölüme kaynaklık eden koşullar açığa çıktığında, bildiğimiz kapitalist sömürünün- daha fazla kâr hırsının vahşeti ile karşılaşıyoruz.

Bu vahşete bir örnek geçtiğimiz Ocak ayı başlarında İstanbul’da yaşandı. 14 yaşındaki Arda Tonbul MESEM kapsamında staj gördüğü Hadımköy’deki Özkanlar Metal Demir Çelik fabrikasında, başının sac büküm makinesine sıkışması sonucu yaşamını yitirdi. 16 dakika boyunca çocuğun başının makineye sıkıştığını kimse görmedi. Arda, ağır yaralı olarak kaldırıldığı hastanede yaşamını kaybetti.

Yalnızca son altı ayda, MESEM kapsamında staj adı altında çalıştırılan, yaşları 14 ile 17 arasında değişen 8 çocuk yaşamını yitirdi. İSİG Meclisi’nin 2023 raporuna göre ise, geçen yıl 14 yaş ve altında 22 çocuk işçi, 15-17 yaş arasındaki ise 32 çocuk/genç işçi olmak üzere 54 işçi iş cinayetlerinde yaşamını yitirdi.

Yağma-rant ve savaş ekonomisi

Bu boyuta nasıl gelindi?

Özellikle 2000’li yıllardan başlayan; 2002’de Ak Parti’nin başa getirilmesiyle hız kazanan ‘neoliberal’ politikalar, çalışma yaşamının, -Özal’lı yıllar ve sonrasındaki hükümetlerden geriye kalan- tüm yerleşik yapısını da yok etti.

Uluslararası tekeller ve onlarla iç-içe olan ‘yerli’ sermayenin bir dediğini ikiletmeyen, ülke ekonomisini yağma-rant ve savaş politikaları üzerine inşa eden AKP/Saray Rejimi, ülke tarihinin en emek düşmanı hükümeti olarak; işçilerin ve halkların düşmanı olarak haklı bir ün kazandı!

Özelleştirme, taşeronlaştırma, sendikasızlaştırma, esnek istihdam biçimleriyle iş güvencesinden ve denetimden muaf bir çalışma yaşamı hakim kılındı. İşçiler her yerde düşük ücret, ağır çalışma koşulları, kayıt dışı çalışmayla karşı karşıya kaldılar.

Ruhunu 12 Eylül yasalarından alan ve hemen her adımda sermaye sınıfının çıkarlarına göre şekillendirilmiş 6356 sayılı Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunu ile işçilerin örgütlenmesi zora koşulurken, işçilerin hak ve çıkarlarını savunmakla yükümlü sendikalar, mücadele etmek bir yana, emek cephesinde yaşanan yıkımın bir tür garantörlüğünü üstlendiler. (Elbette, sayıları sınırlı da olsa bu alanda mücadele eden sendikaları ve sendikacıları tenzih ederek ifade ediyoruz.)

İşte, soykırım boyutuna varan işçi cinayetlerinin hız kesmeden devam etmesinin başlıca kaynağı bu sömürü-yağma-rant çarkı…

Peki ne yapılmalı?

İşçi sağlığı ve güvenliği; çalışanların sağlığına zarar verebilecek hususların önceden belirlenerek gereken önlemlerin alınması, iş kazası geçirmeden, meslek hastalıklarına yakalanmadan, sağlıklı ve güvenli bir ortamda çalışmalarının sağlanması, çalışanların ruhsal ve bedensel bütünlüğünün korunması esasına dayanmalıdır.

Yürürlükteki 6331 sayılı “İş Sağlığı ve Güvenliği” kanunu ise, bu alandaki sorunların çözümüne değil biçimine dair bazı düzenlemelerle sınırlıdır. Yürürlüğe girmiş ancak iş cinayetleri hız kesmemiştir.

Denetimsizlik, İSG çalışanlarını işverene tabi kılan istihdam biçimi, ‘kaza’ halinde, sorumlu tutulacak kişilerin yine aynı işyerinde ücretli olarak çalıştırılan mühendisler-amirler olması, caydırıcı ceza olmaması ve işin asıl sahibinin sorumluluğunu ortadan kaldıran düzenlemeler iş cinayetlerine açık davetiye niteliğindedir.

TMMOB, işçi sağlığı ve güvenliği konusuna ilişkin talep ve önerilerini şöyle sıralıyor:

* Kuralsız ve esnek çalışmayı, işçileri başka işverenlere kiralamayı, taşeronlaştırmayı yasal hale getiren, fazla mesai ücretlerini, sendikal hak ve yetkileri budayan 4857 sayılı İş Yasası ve ilgili mevzuat, yeniden düzenlenerek öznesi “insan” olan bir yapıya kavuşturulmalıdır.

* 50’den daha az işçi çalıştırılan iş yerlerinde de İş Sağlığı ve Güvenliği Kurullarının kurulması yasalarla güvence altına alınmalıdır. İşçi sağlığı ve iş güvenliği hizmetleri bütün iş yerlerini ve tüm çalışanları kapsamalı; sektör ve kurum farkı gözetmeksizin tüm işyerleri için geçerli olmalıdır.

* “İş Güvenliği Mühendisliği” kavramı, TMMOB`nin belirlediği şekilde tanımlanmalı, 50’den fazla işçi çalıştıran sanayi işletmelerinde “tam zamanlı” iş güvenliği mühendisi çalıştırılması zorunlu hale getirilmelidir.

* İşçi sağlığı ve iş güvenliği hizmetlerinin kamusal bir hizmet olarak algılanması sağlanmalıdır. Çalışma koşulları ve iş kazaları arasındaki nedensel ilişkileri araştıracak ve bilimsel araştırma yapacak kurumlar oluşturulmalı, eğitim kurumları bu konuda özendirilmelidir.

* İşçi sağlığı ve iş güvenliği eğitimine önem verilmeli, eğitim almamış çalışana işbaşı yaptırılmamalıdır. Eğitimler, ilgili meslek örgütleri tarafından verilmeli, bu eğitimler özerk olmalıdır. İşçi sağlığı ve iş güvenliği önlemleri, işyeri mekânı, teknoloji, üretimde kullanılan hammadde, üretilen ürün, ergonomi, çalışanların sağlığının korunması vb. konular proje aşamasında planlanmalıdır.

* Meslek hastalıklarına ilişkin çalışmalar geliştirilmeli, meslek hastalıkları hastaneleri işlevine uygun olarak yapılandırılmalı ve yaygınlaştırılmalıdır. Öncelikle meslek hastalığı tanısının konması mevzuatı sadeleştirilmeli ve başta meslek hastalıkları hastaneleri, üniversite hastaneleri ve her ilde en az bir tane olmak üzere eğitim ve araştırma hastaneleri tarafından meslek hastalığı tanısı konması sağlanmalıdır. Silikozis örneğinden ders çıkarılmalı, meslek hastalıklarının önlenmesine ilişkin kamusal eylem planı bir an önce uygulamaya geçirilmelidir. İş kazası araştırmaları gerçekçi ve güvenilir olmalıdır. İşyerlerinde kaza ve meslek hastalıklarına ait bilgiler bir veri tabanında toplanmalı, bu bilgilerden ölçme ve değerlendirme amaçlı yararlanılmalıdır.

* Sigortasız ve sendikasız çalıştırma önlenmeli, kayıt dışı ekonomi kayıt altına alınmalıdır.

İşçiler, ölmemek için de örgütlenmek zorunda

İş cinayeti raporlarına baktığımızda, ölümlerin yüzde 98’i örgütsüz, sendikasız, kuralsız çalışmanın egemen olduğu işkollarında, işyerlerinde yaşanıyor. Yani, işçiler olarak sadece ekmeğimiz için değil, ölmemek için de örgütlenmeye ihtiyacımız var.

Toplumun ezici çoğunluğunu oluşturan ve tüm zenginliğin üreticisi olan biz işçi-emekçiler, örgütü bir güç haline gelmediğimiz sürece; kölece çalışmaya, çalışırken insanlıktan çıkmaya, çalışırken canımızdan olmaya mahkûmuz.

Hikayemizin gerçekliği budur!

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz