Muğla’da “Toprağımızı Vermiyoruz Platformu”nun çağrısıyla, yaşam alanlarını tehdit eden ve zeytinlikleri madencilik faaliyetlerine açan yasaya karşı miting düzenlendi. Yaşam savunucuları “Toprağımızı vermiyoruz” dedi.
Türkiye’nin 30 ilinden gelen köylülerin oluşturduğu Toprağımızı Vermiyoruz Platformu, zeytinliklerin madencilik faaliyetlerine açılmasını da öngören 7554 sayılı Torba Yasa’yı protesto etmek için Muğla’nın Menteşe ilçesinde “Haklarımızdan vazgeçmiyoruz, toprağımızı vermiyoruz” mitingi düzenledi.
Mitinge çok sayıda çevre/ekoloji örgütü ve demokratik kitle örgütlerinin yanısıra; CHP Genel Başkanı Özgür Özel, Muğla Büyükşehir Belediye Ahmet Aras, DEM Parti, EMEP, TİP, Sol Parti, TTB, TMMOB, KESK yönetici ve üyeleri katıldı.
Mitingde; “Havama, suyuma, toprağıma dokunma”, “Zeytine uzanan eller kırılsın”, “Kurtuluş yok tek başına ya hep beraber ya hiçbirimiz”, “Hükümet istifa” sloganları atıldı.
Birçok meslek odası ve siyasi parti temsilcisinin konuşma yaptığı mitingde tüm bileşenler adına ortak basın açıklaması okundu. Açıklamada, şunlar kaydedildi:
“Yıllardır süren yaşam direnişlerinin toplamıyız”
“Burası yalnızca bir meydan değil; burası doğayı, yaşamı, geleceğimizi savunma iradesinin buluştuğu yerdir. Bu meydanda sadece Muğla yok. Bu meydan, bütün bu memleketin ortak nefesidir. Biz, ekoloji mücadelesinin hafızasıyız. Yıllardır süren yaşam direnişlerinin toplamıyız. Ve şimdi, ülkenin dört bir yanından gelen doğa savunucuları, yaşam nöbetçileriyle buradayız. Katledilmiş Akbelen ormanının yasını tutanlarla, Deştin’de çimentoya karşı köyünü savunanlarla, Sinpaş’a karşı Marmaris’i savunan halkın direnciyle buradayız.
“7554 sayılı yasa bir işgal yasasıdır”
Bilinsin ki, bugün önümüze konan 7554 sayılı torba yasa bir işgal yasasıdır. Limak-İçtaş’ın Akbelen’de zeytin ağaçlarına saldırması, Samandağ’da mandalina ağaçlarının sökülüp atılması; İsrail’in Filistin’de zeytinlikleri katletmesinden farklı değildir. Bu yasa adı verilen ferman, aslında hepimizi mülksüzleştirme ve köksüzleştirme planıdır! Yaşamın kaynağı olan müştereklerimizi, meramızı, tarlamızı, zeytinimizi, suyumuzu, ormanımızı gasbetmenin kılıfıdır. Doğrudan yaşamlarımızı hedef alan bir yıkım planıdır. Bu yasayla ÇED süreçleri fiilen hükümsüz kılınıyor! Oysa ÇED, şirketlerin aç gözlülüğüne karşı doğayı koruyan en temel güvencelerden biridir. Halkın bilgilenme ve itiraz hakkı bu süreçle mümkündür; bilim insanlarının görüşü, meslek odalarının denetimi, yöre halkının sözü bu kapıdan içeri girer. İşte 7554 sayılı yasa, tam da bu kapıyı kapatıyor! ÇED aynı zamanda kamu denetimi demektir. Bu yasayla kurumların sessizliğinde projelere ‘izin verilmiş’ sayılıyor, kamu kurumlarının yetkileri ellerinden alınıyor. Halkın sesi susturuluyor, kamu denetimi yok ediliyor, gerçek kamu yararı göz ardı ediliyor.
“Doğa yağmalanıyor, halkın müşterekleri gasbediliyor”
Bu yasayla, acele kamulaştırma ile köylünün toprağına el konuluyor. Bu yasayla ‘stratejik/kritik maden’ ve ‘kamu yararı’ bahanesiyle köylerin boşaltılmasının, toprağın şirketlere devrinin önü açılıyor. Halkın itiraz yolları daraltılıyor, tazminatlar göstermelik hale getiriliyor. Bu, sadece bir bürokratik işlem değil; mülkiyet hakkının şirketlere peşkeş çekilmesidir, açık bir saldırıdır. Halkın toprakla bağı koparılıyor, koca bir halk köksüz bırakılıyor. Bu yasayla meralar, zeytinlikler, ormanlar şirketlere teslim ediliyor! Şimdi bu alanları halkın elinden alıyorlar, şirketlerin talanına açıyorlar. Doğa yağmalanıyor, halkın müşterekleri gasbediliyor. Su havzaları kirletiliyor, dereler kurutuluyor, su kıtlığı derinleşiyor. Bu, hem doğanın devamlılığı için yaşamsal suyun; hem çocuklarımızın içeceği suyun, soframıza gelecek ekmeğin yok edilmesidir. Doğanın dengesi geri dönüşsüz biçimde bozuluyor.
“Bir avuç zengin iyice zenginleşsin diye milyonlar yoksulluğa mahkûm ediliyor”
Bu yasa ile iklim krizi derinleşiyor. Bu yasa doğal yeşil alanları yok ederek iklim değişimine karşı koruma kalkanlarımızı elimizden alıyor. Tüm toplumu ama en çok da emekçi halkı iklim krizine karşı savunmasız bırakıyor. Gıda ve su krizi, enerji yoksulluğu, iklim göçleri, hastalıklar bizi bekliyor. Güvencesiz, yoksul halk kesimi büyüdükçe büyüyor. Köylüyü toprağından koparmak istiyorlar. Köylüyü köyünden söküp sürmek istiyorlar. Güvencesiz işçilere, ucuz iş gücüne dönüştürmek istiyorlar. Bu yasa sadece köylüyü değil, kentlerde hayatta kalma mücadelesi veren tüm emekçileri de hedef alıyor. Kır yok oldukça kentte açlık büyüyor, göç arttıkça işsizlik derinleşiyor. Bir avuç zengin iyice zenginleşsin diye milyonlar yoksulluğa mahkûm ediliyor.
“Çocuklarımızın geleceği için direniyoruz”
Sadece Muğla’da 48 köyü haritadan silmek, 34 bin insanı yerinden yurdundan etmek istiyorlar. Bir ülke yağmalanıyor, bir coğrafya talan edilmeye çalışılıyor. Ama biz havaya, suya, toprağa, yaşam hakkına sahip çıkıyoruz! Bugün bu meydanda yükselen ses, iktidarın ‘oldu bitti’ oyununu bozan halk iradesidir. Onlar yasalarla meşruiyet yaratmaya çalışıyor, biz yaşamın kendisiyle varız. Onlar şirketlerin çıkarı için karar veriyor, biz çocuklarımızın geleceği için direniyoruz. Onlar doğayı metalaştırıyor, biz yaşamı savunuyoruz. Buradan haykırıyoruz: Toprağımızdan, suyumuzdan, ormanımızdan, meralarımızdan, kıyılarımızdan vazgeçmiyoruz. Köyümüzden, kentimizden, geleceğimizden vazgeçmiyoruz!
‘Anayasa, ormanın, dağın, nehrin hakkını da korumalıdır’
Bugün burada tarihe yeni bir sayfa açılıyor. Farklı siyasi yolları olan bütün muhalefet liderleri aynı meydanda omuz omuza duruyor. Bu yalnızca bir miting değil; iktidarın bölüp parçalama oyununu bozan, bir demokrasi şenliğidir. Anayasa Mahkemesi’ne ‘İşgal Yasası’nın iptali için yapılan başvuru nasıl ortak bir hukuk hamlesiyse, bugün bu meydandaki duruş da ortak bir siyasal kararlılıktır. Halkın iradesiyle muhalefetin iradesi birleşiyor; ortaya yaşamı savunmanın büyük gücü çıkıyor. Biz köyde, kentte, ormanda, meydanlarda ortak direnişimizi sürdürüyoruz. Şimdi tarihsel sorumluluk Anayasa Mahkemesi’nindir! Bugün önümüze konan bu yasa; Anayasa’ya, Orman Kanunu’na, Mera Kanunu’na, Zeytincilik Kanunu’na, Çevre Kanunu’na aykırıdır. Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası Biyolojik Çeşitlilik, Çölleşme ile Mücadele, İklim Sözleşmelerine aykırıdır. Bu yasa, insan haklarına aykırıdır. Doğal varlıklarımızı tehlikeye atarak aynı zamanda gıda güvenliği, barınma, su ve sağlık gibi en temel insan haklarımızı tehdit etmektedir. Hukuk devletinin ortadan kaldırılması girişiminin bir başka adımıdır. Biz diyoruz ki: Anayasa, kanunlar, sözleşmeler yalnızca metinlerde değil; tarlada, zeytinlikte, köyde, kentte, soframızda hayat bulmalıdır. Ormanın, dağın, nehrin hakkını da korumalıdır. Anayasa Mahkemesi’ni göreve çağırıyoruz. Bu hukuksuzluğun öncelikle yürürlüğünü durdurmak, ardından iptal etmek en yüksek yargı organının görevidir.
“Asla vazgeçmeyeceğiz, asla teslim olmayacağız!”
Ülkenin dört bir yanından gelen yaşam savunucuları olarak bugün Muğla’da söz veriyoruz. Toprağımızı, suyumuzu, ormanımızı, zeytinimizi sonuna kadar savunacağız. Köylünün, işçinin, kadının, gencin yanında olacağız. Şirketlerin değil, halkın çıkarını savunacağız. Sermayenin değil, yaşamın tarafında duracağız. Anayasa’ya, hukuka, kamu yararına, demokrasiye sahip çıkacağız. Çocuklarımızın geleceğini, doğanın yaşam hakkını koruyacağız. Ve buradan bütün ülkeye sesleniyoruz: Mücadeleyi büyütmeye, yaşamı savunmaya devam edeceğiz. Asla vazgeçmeyeceğiz, asla teslim olmayacağız!”
Miting, hep birlikte okunan “Mücadele Andı” ile sonlandırıldı.
Kaynak: ANKA