Kölece Çalışmaya, Yok Sayılmaya, Açlık, İşsizlik ve Yoksulluğa Karşı 1 MAYIS’TA ALANLARA!!!

Pandeminin birinci yılını geride bıraktık. Pandeminin sonuçlarını en acı biçimde yaşayanlar işçiler, emekçiler, küçük esnaf ve işsizler oldu. Bu ekonomik olarak da böyledir, işin sağlık boyutu olarak da böyle.

Türk Tabipler Birliğinin rakamlarına göre, Covid 19’a yakalananların yüzde 80 civarı işçilerden oluşuyor. Tabloyu yeterince açıklayan bir rakam. İşçiler en başından beri taburlar hâlinde, çoğunlukla hiçbir önlem alınmadan çalışmaya sürüldü. Günü geldi, sermayenin ricasıyla karantina süresi bile kısaltılmış oldu. Cumhurbaşkanından sağlık bakanına, medyasından bilim kurulu üyelerine kadar herkes, salgının bastırılamamasının suçunu halka atıp durdular. Oysa herkes biliyor ki en fazla 3 haftalık tam bir kapanma oldukça etkili bir çözüm olacaktı.

İşçi ve emekçilerin, toplumun bu en geniş kesiminin bu süreç içerisinde fikri sorulmadığı gibi, sürece müdahil olabilecek demokratik kitle örgütleri kriminalize edilir oldu. Bize denildi ki kısaca, siz sadece çalışın, çarkları döndürmeye devam edin. Ölen ölür, biz kalanlarla devam ederiz. Nasıl olsa sizden sürüyle var.

Sürecin bize net biçimde gösterdiği şeyler var. Üretim sürecinin en önemli unsuru iş gücü yani işçilerdir. Çarklar dönsün diye alınıyor bütün kararlar. Çarklar dönecekse işçiler ölümüne, hastalık pahasına çalışmalı. İşçiler, açlık korkusuyla, borcumu nasıl öderim kaygısıyla, gelecek kaygısıyla, her gün çarkları döndürmeye devam etti, ediyor.

Geçenlerde açıklanan rakamlara göre ülke ekonomisi pandemi sürecinde yüzde 1.5 civarı büyümüş. İşsizlik oranı yüzde 29 civarında. Yani hemen hemen her üç kişiden biri işsiz. Milyonlarca işçi kısa çalışma ve ücretsiz izin nedeniyle asgari ücretin altında gelire mahkûm edilmiş. Emekliler günde iki ekmek parası zamma. Ama ülke ekonomisi büyümüş. Mesela sanayi üretiminde artış var rakamlara göre. Daha az işçiyle, daha az maliyetle sağlanan bu artış, sömürü şartlarının daha da ağırlaştırılmış olduğunu gösteriyor bize.

Pandeminin en açık biçimde ortaya koyduğu şeylerden biri de emekçilerin bu sistemde yapayalnız olduğu. Bir kere devlet bizim devletimiz değil. Salgına karşı halkını korumayan, hasta ve ölü sayılarını saklayan, açıkça halka yalan söyleyen, salgına karşı en ön safta savaşan sağlık emekçilerinin haklarını vermeyen, meslek örgütlerini kapatmaya çalışan, aşıyı önce kendi çevresinden başlatan devlet.

Diyanet işleri, İşçileri tevekküle çağıran, isyan etmesini hatta karşı çıkmasını günah ilan eden bir kurumdur. Tarikatlar cemaatler dersen, mevcut durumu devletin karanlıklarına sızmak, kendi kasalarını doldurmak için kullanan şebekelerden başka bir şey değildir.

Burjuva basın, yalan ve karanlık üreten bir odak.

Burjuva siyasi partileri, her biri birbirinden farksız, düzenin devamı için çalışan örgütlenmeler.

Ve sendikalar. Bir yıl boyunca  yaşanan işçi ölümlerine, işçinin yaşadığı açlık ve sefalet koşullarına etkili bir eylem örgütlemek yerine, devlete “kısa çalışma ödeneği  devam etsin” diye yalvaran, işçinin iradesini gasp ederek patronların istediği sözleşmeleri imzalayan, işçiye yabancı  patrona dost sözde işçi örgütleri.

Tüm bunların yanında geçtiğimiz bir yıla yayılan öyle değerli, öyle önemli direnişler var ki, bahsetmeden olmaz. Maden işçileri, market işçileri, inşaat işçileri, metal İşçileri, belediye işçileri, hemen hemen her sektörden İşçiler işten atılmaya, sendikal haklarının gasp edilmesine, ücretsiz izne çıkarılmaya, maaşlarının- tazminatlarının ödenmemesine karşı direnişler yaptı. Bu direnişlerin çoğu, kısmi de olsa kazanımla sonuçlanan direnişler. Özellikle maden işçileri.

İşçinin gücü üretimden gelir. Var olan tüm zenginliklerin yaratıcısı olan işçi sınıfı eğer devrimci bilinç ile hareket eder ve örgütlenirse kaybetme şansı yoktur. Göz göre göre ölüme gönderilen işçilerin, bu yok sayılmaya, bu aşağılanmaya karşı, “bizlerin canı sizin çarklarınızdan, sizin kârınızdan daha değerli” diyerek grev örgütleyebilmeleri, bu grevi bir genel greve, genel direnişe çevirebilmeleri, ancak ve ancak devrimci bilinç ile oluşturdukları örgütlülükleri sayesinde olur. Belediyelerde yaşanan grev deneyimleri bizlere 2-3 günlük lokal grevlerin bile ne kadar etkili olabildiğini göstermiştir. Aynı zamanda bu grevler bizlere bir başka şeyi daha göstermiştir. Sözüm ona işçiden, emekçiden yana olduğunu söyleyenler, hakkını arayan işçilerden rahatsız olmuşlardır. Grevi bir hak değil de sanki suçmuş gibi yansıtmaya çalışmışlardır.

İşçi sınıfı bu örneklerden ders çıkarmalıdır. İşçilerin gerçek işçi önderleri ile buluşmaktan, devrimci sosyalist sendikacılar ile buluşmaktan başka çıkar yolları yoktur. Sendikalarını gerçek işçi sendikası, sınıf sendikası haline getirmelerinin tek yolu budur.

Bu gelişmeler ışığında yaklaşan 1 Mayıs bizler için büyük bir öneme sahiptir. Kitlesel geçen her eylem bizler için bir kazanım, egemenler için ise hem bir korku, aynı anlama gelmek üzere sınıfın gücünü görmek demektir. Bu nedenle de 1 Mayıs’ın kitlesel geçmesinin öneminin farkındayız. En kitlesel 1 Mayısların Taksim meydanında gerçekleştiğini sendikalar başta olmak üzere tüm kurumlarımızın hatırlaması gerekir.

Önümüzdeki 1 Mayısı sokak sokak, mahalle mahalle, fabrika fabrika örgütlemeliyiz. Önümüzdeki 1 Mayısı cesaret ve inançla örgütlemeliyiz.

Önümüzdeki 1 Mayıs’a hazırlanırken hedefimiz, ülkenin dört bir yanına dağılmış, çeşitli taleplerle yola çıkan direnişleri birleşik Emek Cephesi etrafında birleştirmek, önümüzdeki dönemde işçi ve emekçilerin iradesini örgütlü, çelikten bir iradeye dönüştürmek olmalı.

Şimdi gücüne güvenmenin zamanı!

Şimdi iradeni örgütlü gücünle eyleme geçirme zamanı!

Şimdi kabuğundan sıyrılıp, kölelikten kurtulmak için mücadeleye atılma zamanı!

Şimdi sel olup, 1 Mayıs’ta alanlara akma zamanı!

Her Gün 1 Mayıs, Her Gün Kavga!

İşçi Gazetesi

Kaynakİşçi Gazetesi

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz