İçinde bulunduğumuz 2025 yılı emek mücadelesi açısından önemli gelişmelere sahne oluyor ve olmaya devam edecek.
Gelişmeler 600.000 kamu işçisinin Toplu İş Sözleşmesi (TİS) görüşmeleri ile başladı. Ağustos ayında yaklaşık 4 milyon kamu görevlisinin (Memur) toplu sözleşme görüşmeleri var gündemde. Bu görüşmeler sadece aktif görevde olanları değil sayıları iki buçuk milyonu aşkın memur emeklisini de ilgilendirmekte. Bilindiği gibi memur emeklilerinin maaş zammı oranları da bu görüşmelerde belirleniyor. Hemen ardından yaklaşık 160.000 işçiyi kapsayan metal sanayii TİS görüşmeleri başlayacak. Yine aynı dönemde tekstil sektöründeki grup toplu sözleşmesi de var.
Tüm bu sözleşme görüşmelerinin seyri, elbette başlangıçta takvim önceliği olan kamu işçilerinin sürdürmekte oldukları görüşmelerden önemli ölçüde etkilenecek. Bu durumda kamu işçileri adına görüşmelere oturan Türk-İş ve Hak-İş’in sıkı pazarlıkçı olması gerek. Ancak öyle olmadı ve bahse konu sendikal birlikler yapıları gereği, iktidarın belirlediği sınırlarda bir görüşme süreci yürüteceklerini pratikte gösterdiler.
Sözleşme görüşmelerinin başlangıcında karşı tarafa verdikleri teklif makul sayılabilirdi:
En düşük brüt ücretin aylık 54.000 liraya yükseltilmesi, ardından da 2025 yılının ilk altı ayı için yüzde 50 ikinci altı ayı için yüzde 25 zam yapılması.
Ancak işveren tarafı bu teklifi ciddiye almadı, pazarlığa gerek görmeden bütünü ile reddetti. 13 Haziran’da sunduğu karşı teklif ise adeta alay eder mahiyette idi. Karşı teklif vermek için üç aydan daha uzun bir süre bekledikten sonra 2025 yılının ilk altı ayı için yüzde 16 ikinci altı ayı için ise yüzde 8 oranında zam önerildi. İkinci yıl için ücret artış teklifleri ise ilk altı ay için yüzde 7, ikinci altı ay için ise yüzde 5 oldu.
Öncelikle karşı teklif vermek için üç ayı aşkın bir süre beklemenin sendikalara, “sizi önemsemiyoruz, bizim belirlediğimiz zamanda ve bizim belirlediğimiz koşullarda müzakereye otururuz” anlamına gelen bir mesaj olduğunu belirtmek gerek. Yapılan teklifin ise müzakere konusu bile olamayacağı çok açık.
En düşük ücrette herhangi bir düzenleme yapılmaksızın, TÜİK tarafından 2025 yılı ilk altı aylık enflasyonu olarak ilan edilmiş rakamın bile altında kalan bir zam önermek (TÜİK yüzde 16,67 olarak açıklamıştı.) en hafif ifade ile TİS görüşmelerine taraf olan sendikal birlikleri aşağılamak anlamına gelir. Ki beterini de yaptılar! 27 Haziran’da ilk altı ay tekliflerini yüzde 16’dan 17’ye, ikinci altı ayı yüzde 8’den 10’a çıkardılar.
Kamu işveren sendikasının teklifi bir anlamda, “haydi bakalım göster gücünü, yiğitsen sokağa çık da görelim” mesajıydı adeta… Gerek Türk-İş gerekse Hak-İş sineye çektiler bu aşağılamayı. Tabandan gelen işçilerin tepkilerini frenleme derdine düştüler, mecburen durumu kotarmaya yönelik bir dizi eylem kararı aldılar.
İşçiler, göstermelik değil, sonuç alıcı eylemler istiyordu. Sabır ve itidal tavsiyelerine karınları toktu. Birçok yerden “Başkan bizi greve götür” sesleri yükseliyordu. Çünkü ücretleri giderek erimiş, ortalama giydirilmiş ücretleri 40.000 lira dolayında kalmıştı. İçinde bulunduğumuz zaman diliminde yoksulluk sınırının yarısı seviyesinde olan bu gelirle yaşamlarını sürdürmek istemiyorlardı haklı olarak.
Ancak siyasi iktidarın hesabı çok başka. İktidar, kayyum bakan Mehmet Şimşek tarafından çizilmiş plan doğrultusunda yüzde 30 seviyelerinde bir yıllık zam vererek çözmek istiyor bu işi. Elinde de önemli bir silah var; GREV YASAĞI!
Bilindiği gibi yürürlükteki mevzuata göre, kamu hastanelerinde ve milli savunma bakanlığı işyerlerinde grev yapılamıyor. TİS sürecindeki 600.000 kamu işçisinin yaklaşık üçte biri bu kapsamda. Bu şartlar altında ve Türk-İş, Hak-İş gibi hükümet işbirlikçisi sendikalarla büyük bir grev dalgasının oluşması hayli güç.
Eğer kamu işçilerinin sözleşme görüşmeleri iktidar çevrelerinin çizmiş olduğu sınırlarda sonlandırılırsa bu durum Ağustos ayında başlayacak memur sözleşmeleri ile Eylül ayında gündeme gelecek olan metal ve tekstil işkolları TİS görüşmelerini de olumsuz etkiler. İktidar çevreleri bunu bildikleri ve işçi ücretlerini baskı altında tutmayı asli görev saydıkları için işi oldukça ağırdan almaktalar. Bu satırların yazıldığı tarihte henüz ücret artışları ile ilgili yeni bir teklif sunulmadı. Oysa Temmuz ayının ikinci yarısındayız ve sözleşmenin kapsayacağı zaman diliminin ilk altı ayı bitti.
Yukarıda betimlemeye çalıştığım şartlar dâhilinde yapılması gereken ise işyerlerinde düzenlenecek değişik protestolarla ve iş yavaşlatma eylemleri ile işvereni baskı altına almak, düzenlenecek açık hava toplantıları, basın bildirileri ve yürüyüşlerle kamuoyunun dikkatini çekmek özel sektör işletmelerinde çalışmakta olan işçilerin destek ve dayanışmalarını sağlayacak etkinlikler gerçekleştirmek olarak tanımlanabilir.
Başlangıçta bu eylemlere Hak-İş üyesi işçilerin katılmalarını beklemek hayal olur. Ancak eylemler yaygınlaşırsa Hak-İş kendi üyelerinin önünde baraj olamaz. Yüzbinlerce işçinin katılacağı eylemler ise iktidarı zor durumda bırakır ve koymuş olduklarını düşündüğüm ücret zammı barajı yıkılır.
Bütün bunların gerçekleşebilmesi için gerek duyulan önderlik Türk-İş yönetiminde yok elbette. Türk-İş yönetimi ABD tipi sendikacılığın yarattığı bürokrat sendikacılardan oluşuyor. Ancak gereksinme duyulan önderlik işyerlerinde mevcut. İşyerlerinde bulunan öncü işçilerden oluşacak komiteler başlatabilirler sözünü ettiğim eylemleri. Başlangıçta birbirinden bağımsız oluşup gelişse de kısa zamanda koordinasyon sağlanır ve eylemlerin ortaya çıkaracağı önder işçiler etrafında örgütlenen yığınlar hem sendikal bürokrasiyi hem de işvereni dize getirebilirler.
Elbette kolay değil, ancak imkânsız da değil.
Sözü edilen gelişmeler yaşanabilir mi? Neden yaşanmasın? Her şey kamu işçilerinin elinde. Bizlere düşen ise onlara destek olmak. Var gücümüzle.