İşçi sınıfı devlet-sermaye-sarı sendika kıskacında! – Şahin Uçar

Sermayeye hamutuyla, işçi-emekçilere kırıntı! İzlenen ekonomik politikaların özeti budur.

Mevcut iktidar, kapitalist tekellerin, para babalarının, uluslararası sermayenin isteklerini ikirciksiz uyguluyor. Her gün tekellerin istediklerine uygun olarak, işçi ve emekçiler daha da yoksullaşıyor. Her gün soframızdan bir dilim ekmeğimiz daha çalınıyor.

Türk-İş (yaptığı tek hayırlı iş diyebiliriz) tarafından hazırlanan açlık ve yoksulluk araştırmasına göre Temmuz ayı açlık sınırı 26 bin 413 liraya, yoksulluk sınırı 86 bin 36 liraya yükseldi. Bekâr bir çalışanın yaşama maliyeti ise aylık 33 bin 982 liraya yükseldi.

Sayısı 8 milyon dolayında işçi, halen 22 bin 104 lira asgari ücretle yaşamını sürdürmeye çalışmakta.

TÜİK eliyle döndürülen yalan enflasyon tezgâhı ve vergi kesintileri yoluyla adeta işçi-emekçilerin kanını emiyorlar.

Devrimci işçi Sendikaları Konfederasyonu Araştırma Merkezi (DİSK-AR) 2025 yılı Ağustos dönemine ait Ücret Kayıpları İzleme Raporu bu konuda çarpıcı veriler içeriyor. Rapora göre, enflasyon ile vergilerin işçi ücretlerine 7 aylık toplam faturası en az 972 milyar lira oldu.

Yüksek enflasyon ile adaletsiz vergi ve kesintilerinin emek gelirlerini eritmeye devam ettiğine dikkat çekilen raporda, 2025’in 7’inci ayında, brüt işçi ücretlerinin yaklaşık yüzde 40’ının vergi, kesinti ve enflasyon nedeniyle eridiği belirtildi.

Öte yandan holdingler, büyük şirketler, bankalar rekor kârlar elde ediyor. Sitemin bir ucunda, çalışıp üretenler sefalete mahkum edilirken diğer tarafında; sağlanan muafiyetler, teşvikler, vergi indirimleri yada vergi aflarıyla patronlar ihya ediliyor.

Örneğin, Türkiye’nin en büyük sermaye grubu Koç Holding, yılın ilk 6 ayında 1 trilyon 222 TL hasılat elde etti ve 15 milyar 300 milyon TL kurumlar vergisi ödedi. Ödenen kurumlar vergisinin gelire oranı yüzde 1.3’tür. Oysa 2025 yılı için kurumlar vergisi oranı yüzde 25’tir. Finans sektöründeki şirketler için ise bu oran yüzde 30 olarak belirlenmiştir.

Örgütsüzlük ve kıskacın sendika ayağı!

Kıskaç daraldıkça “Geçinemiyoruz” sesleri daha da yükseliyor. Ancak uygulanan pervasız saldırı politikalarına set çekecek, daha insanca yaşanabilir ücret ve çalışma koşullarını kabul ettirebilecek bütünlüklü, örgütlü bir mücadele ortaya konulamıyor.

Az sayıdaki mücadeleci sendikaları dışında tutarsak, Türkiye’deki sendikalar ana gövdesiyle devlet-sermaye sendikası konumundadır. İşçilerin hak ve çıkarlarını savunmak bir yana, işçileri denetim altında tutmakla görevlidirler. Türk-İş, Hak-İş, Memur-Sen vb. konfederasyonlar ile bunlara bağlı birçok sendikanın pozisyonu budur.

İşçilerin her toplu sözleşme sonrası, “Bizi sattılar”, “İhanet ettiler” diye yakındıkları bu sendikacıların “günahları” saymakla bitmez. Türk-İş ve Hak-İş’in son kamu işçileri sözleşmesi buna bariz örnektir. Ağustos sonunda AKP eliyle büyütülmüş memur sendikası Memur-Sen’in kerameti de görülecektir.

Türk-İş ve Hak-İş yöneticileri, 600 bini aşkın işçiyi kapsayan Kamu Çerçeve Protokolü’nde (KÇP) sefalet zammına imza attı. Bununla kalmadılar; bir sonraki dönem sözleşmesine kadar ek protokol, ara protokol gibi protokollerle ilave haklar talep edilmeyecek şeklinde bir anlaşmayı da onayladıkları ortaya çıktı.

KÇP masasına yüzde 90 zam talebiyle oturan Türk-İş ve Hak-İş, taleplerinin yüzde 66’sından vazgeçerek ilk altı ay yüzde 24’e imza attı. İkinci altı ay ise günlük 50 lira artı yüzde 11 zammı kabul ederek, yıllık yüzde 30 seviyesinde bir zam oranına onay verdiler. Böylece Mehmet Şimşek eliyle yürütülen “en fazla yüzde 30” bariyerine boyun eğdiler.

Önümüzde Ağustos ayı sonuna kadar tamamlanması gereken 4 milyon memuru, 2,5 milyon memur emeklisini kapsayan 8’inci dönem toplu sözleşmesi ve Eylül ayında başlayacak 150 bin metal işçisini kapsayan 2025-2027 yıllarında uygulanacak MESS grup toplu sözleşmesi var.

Memur-Sen, 2025 yılı itibarıyla sendikalı memurların yüzde 27’sini, toplam 6,5 milyon memur ve emeklisinin ise yaklaşık yüzde 17’sini temsil etmesine rağmen en fazla üyeye sahip sendika sıfatıyla sözleşmede tek yetkili sendika durumunda. Bizzat AKP eliyle büyülen bu sendikanın, toplu pazarlıkta kamu işçilerinin uğradığından daha büyük bir hezimetle süreci sonlandıracağını söylemek için kâhin olmaya gerek yok.

Gözler MESS grup sözleşmesinde

Asıl kavganın MESS grup sözleşmesinde yaşanması bekleniyor.

MESS sözleşmesi, özel sektörün en büyük sözleşmesi niteliğini taşıyor. Dolayısıyla, sadece metal işkolunu değil diğer özel sektör işkollarına da emsal teşkil ettiği için milyonlarca işçinin gözü bu sözleşmenin sonuçlarına çevrilmiş durumda.

Grup sözleşmesi masasına metal işkolundaki 3 sendika ayrı tekliflerle oturuyor. Türk-İş’e bağlı Türk Metal 145 bin, DİSK’e bağlı Birleşik Metal-İş 11 bin, Hak-İş’e bağlı Özçelik-İş ise 2 bin dolayında işçiyi temsil ediyor. Hak-İş, Türk Metal’e tabii hareket ediyor.

Türkiye sanayisinin en irilerini bünyesinde barındıran MESS patronları, “ekonomik kriz”, “durgunluk” gibi gerekçelerle daha şimdiden işçileri en aza razı etmeye yönelik baskı ve işten çıkarma tehditlerini devreye koymaya başladı.

Metal patronlarının diğer kozu grev yasakları. Siyasi iktidar, metal işkolunda daha önceki sözleşme dönemlerinde de Anayasa’ya aykırı olduğu halde “milli güvenliği bozucu nitelikte” deyip grevleri yasakladı, ancak Birleşik Metal-İş üyesi işçiler bu yasağı tanımayarak söke söke haklarını aldılar.

Sürece ilişkin değerlendirme yapan Birleşik Metal-İş Genel Başkanı Özkan Atar, metal patronları ve iktidarın tutumlarına karşı deneyimli olduklarını belirterek, “Metal işçisi ne zorluk olursa olsun aşmasını bilir… Biz her durumda mücadeleye hazırız. Metal işçisi, hakları için mücadele edecek irade, kararlılık, tarihsel bilgi ve deneyime sahiptir” açıklaması yaptı.

Ücretleri giderek eriyen metal işçileri, düşük ücret dayatmalarını kabul etmeyeceklerini belirtiyor olsa da, açık ki sonucu örgütlülüklerinin düzeyi belirleyecek. Sağlam bir birliktelik, taleplerde ısrar, mücadelede kararlılık kazandırıcı olacaktır.

Ne kadar örgütlülük o kadar ekmek!