Örgütlülük Yoksa Açlık, Sefalet, Hiçe Sayılma Var!

“Ve insanlar, ah, benim insanlarım, 
Yalanla besliyorlar sizi, 
Hâlbuki açsınız, 
Etle, ekmekle beslenmeye muhtaçsınız. 
Ve beyaz sofrada bir kere bile yemek yemeden doyasıya, 
Göçüp gidersiniz bu her dalı yemiş dolu dünyadan.” 

Nâzım Hikmet  

Gerçekten de öyle değil mi? Öyle eti falan geçtik yani. Mevsim meyvesini yiyemez olduk. Bırak yemeyi, pazarda yanından geçilmiyor. 

Dünyada gıda fiyatları sürekli düşerken bizde yükseliyor. Yıllık gıda enflasyonumuz dünya ortalamasının yaklaşık 5 katı ve aylık gıda enflasyonu ise çoğu ülkenin yıllık gıda enflasyonun üzerinde. Şampiyonuz yani. Öyle zirai don falan işin tuzu biberi sadece. Sektördeki tekelleşme, sarayın politikaları esas belirleyici olan.

Vergi şampiyonu yine işçiler!

Başka şampiyonluklarımız da var.

Hazine ve Maliye Bakanlığının açıkladığı verilere göre, ocak-haziran döneminde 5 trilyon 598,6 milyar liraya ulaşan toplam merkezî yönetim bütçe gelirinin yaklaşık yüzde 85’lik kısmı vergi tahsilatı yoluyla elde edildi. Altı ayda kasaya giren vergi geliri yüzde 48,5 artışla 4 trilyon 771,5 milyar liraya ulaştı.

Vergi gelirlerinin ise 3 trilyon 18,7 milyarı dolaylı, 1 trilyon 752,7 milyarı doğrudan vergilerden sağlandı. Buna göre toplam tahsilatın üçtebirini gelir sahipleri ve holdingler dahil, kâr elde eden kurumlar ile servet sahiplerinden alınan doğrudan vergiler (ki bunun büyük bölümü de bordrolu çalışanlar), üçte ikisini ise halkın tükettiği mal ve hizmetlere ödediği, fiyatın içinde yer alan Katma Değer Vergisi (KDV) ve Özel Tüketim Vergisi (ÖTV) gibi “dolaylı” vergiler oluşturdu.

Bir de cezalar var. Malum meclis deli gibi çalışıp geçtiğimiz aylarda cezalara fahiş zamlar yapmıştı. Hepimiz yaşadık ya da duyduk, otoyollarda ansızın düşürülen hız limitleri nedeniyle ceza yememek artık imkânsız. Kısacası nüfusun ezici çoğunluğu bir avuç asalak için çalışıyor ve yaşamak denirse yaşıyoruz.

Saray Rejimi: Rant-yağma-vurgun!

Her şey pahalı: kiralar, faturalar, eğitim, sağlık, ulaşım… İki şey ucuz canım ülkemde; ücretler ve insan hayatı…

Uluslararası finansa borçlarını ödemek için Mehmet Şimşek’i bir çeşit Düyûn-ı Umûmiye memuru gibi getirdiler. Vergi gelirlerinin bir kısmının kasaya bile girmeden borç faizi ödemelerine gittiği biliniyor. 

Memleketin her yanı maden sahası. Özellikle değerli madenlerin çıkarılması için doğanın, yöre halkının içinden geçiliyor desek az gelir. Bu da borç ödeme programının içindedir ve başta 5’li çete olmak üzere tüm sermaye ekmeğini yemektedir. Orman yangınları gerçekten doğal ve insan kaynaklı olsa bile sonrasında ranta dönüştüğüne şüphe yoktur. Çıkarılan son maden yasası da “cuk” üzerine oturuyor.

İnsanca ücret için mücadele vazgeçilmezdir!

Yılbaşında ücret zamlarına IMF’nin koyduğu yüzde 30 baremine hükümet harfiyen uydu. Sendikalar da buna uyum gösterince sıkıntı çıkmadı. Altıncı ay ek zam beklentileriyle geçiştirildi. 6 ay geldi geçti, ses seda yok. 

Ama arıza başka yerlerden çıktı. TÜPRAŞ işçisi sendikanın düşük zamma verdiği onaya razı olmadı, polis barikatlarını aşarak direndi. Yarım yüzyıldan sonra fabrikalarında grev gören DYO Boya patronu işçilerin taleplerini kabul etmek zorunda kaldı. Kamu işçileri, Türk-İş, Hak-İş gibi devlet-sermaye kucağında büyümüş konfederasyonlara rağmen, kendilerine dayatılan sefalet ücretlerine karşı haklı ve meşru bir şekilde direneceklerini gösteriyorlar. Zaten bir süredir içten içe nasıl hak alınır biliniyor.

Sendikacıların sefaleti! 

2025 yılı emek mücadelesi açısından önemli gelişmelere sahne oluyor, olmaya da devam edecek. 

Sayıları 600 bini aşan kamu işçisinin toplu sözleşmesi görüşmeleri devam ediyor. Ağustos ayında yaklaşık 4 milyon kamu emekçisinin zam görüşmeleri var. Eylül ayında 160 bin metal işçisini kapsayan MESS grup sözleşmesi süreci başlayacak. Kamu işçilerine dayatıldığı gibi, hepsine en düşük zam oranları dayatılacak, emekçi kavgaya davet edilecek. Sonucu ise kuşkusuz işçi-emekçilerin örgütlülük düzeyi belirleyecek.

İşçilerin çok azı sendikalı ve sendikaların durumu ortadadır. Türk-İş, Hak-İş, Memur-Sen ve benzerleri koltukları da sarsıldığı için; “ne olur makul bir ücret söyleyin de bu iş bitsin” dercesine devlete yalvarır durumdadır. Nerede o yalandan da olsa “Gök kubbeyi başınıza yıkarız” dedikleri günler! Şimdi grevin adını bile ağızlarına aldıkları yok. Varsa yoksa saraydan rica minnet. DİSK desen, devrimcilik adında kalmış. En iyi yaptığı şey basın açıklamaları vb.

Yeniden bahar eylemlilikleri mi?

İşçi sınıfının en iyi öğretmenlerinden biri tarihidir. 1989 yılı bahar eylemleri bugüne ışık tutacak özellikler taşıyor. 12 Eylül karanlığında, hem ekonomik hem de politik taleplerini ortaya koyan işçiler bir dizi yaratıcı eylemle taleplerini ortaya koymuş, kıçı koltuklarından kalkmayan sendikacıları da önüne katarak ciddi kazanımlar elde etmişti. 

Bu süreç yasalara göre değil, yasalara rağmen mücadelenin örneğidir. Arkasından gelen mücadelelere ışık tutmuştur, ki kamu emekçileri hareketi başta gelenidir. Daha yakın tarihte, Birleşik Metal-İş’in grev yasaklarını çiğneyip atması da öyle…

Örgütlülük yoksa açlık, sefalet, hiçe sayılma var!

İşçi sınıfı, her yandan kendisini sıkan bir cendereye sıkıştırılmış durumdadır. Ücretler düşük, çalışma koşulları ağırdır. İşsiz kalmakla, çalışırken iş cinayetine kurban gitmekle yüz yüzedir. Sendikalaşmak anayasal hak ama buna girişmek işten atılma sebebidir. Grev haktır ama Saray, “milli güvenliği bozucu nitelikte” dedi mi yasaktır. Sendikalar kendi öz örgütlülüğüdür ama büyük oranda kendisinin olmaktan çıkmıştır. Örgütsüz olduğu için açlık, sefalet, hiçe sayılma adeta kaderi hâline gelmiştir.

Dün de bugün de ne kadar kazanımı varsa örgütlülüğü sayesinde gerçekleşmiştir. Bugünün acil ihtiyacı “kader” hâline gelen bu tabloyu değiştirmek için hızla örgütlenmeye girişmektir. Mutlaka işçinin söz ve karar sahibi olduğu bir örgütlenme… 

Fabrika, işyerinin mümkün tüm birimlerinde komiteler kurulmalı, bu komitelerin temsilcilerinden oluşan, tüm işyerini birbirine bağlayan “fabrika-işyeri komitesi” ya da “meclis” gibi bir üst örgütlülük sağlanmalıdır. Sendikalaşmaya buradan yürümek, sendikaları bu örgütlülük üzerinden tekrar gerçek işçi sendikası hâline getirmek ancak böyle mümkündür. 

Sadece ücret, sosyal hak gibi temel taleplerle yetinmek, bizi sıkıştırıldığımız cendereden kurtarmaz, kurtarmıyor da… Kapitalizm işçinin kanını emen, canını alan bir sistemdir. Bu sistemi mezara gömecek tek güç devrimcileşmiş işçi sınıfıdır. 

Onun için denmiş: “İşçi sınıfı ya devrimcidir her şeydir ya değildir hiçbir şeydir.”

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz