Yakın zamana kadar iktidar ve beslemelerinin reddettiği ekonomik kriz, artık ülkenin en önemli gündemi. Acaba kriz kelimesi ne kadar doğru. Mesela kriz, hayat pahalılığı mı demektir? E, hep öyle idi zaten. İşsizlik mi, enflasyon mu, düşük maaşlar mı, yarın kaygısı mı?
Bunlar kapitalizmin doğasında var ve bugünlerde yüzüncü yaşını kutlamaya hazırlanan TC’nin işçi ve emekçilere yüz yıldır verebildiği budur.
Öyleyse, egemenler de krizin varlığını kabul ediyorsa, işte burada bir duralım.
Seçimler sonrasında oluşan bir kabine var. En dikkat çekici atama Hazinenin başına yapıldı. Bizim liberallerin pek bir beğendiği Mehmet Şimşek, doğrudan uluslararası sermayenin emriyle buraya oturdu. Yanına da ABD’den bir Merkez Bankası başkanı bulundu. Hazine Bakanı İngiliz vatandaşı, MB Başkanı ABD’den. Pek bir yerli ve milli!
Bakan bir geldi, baktık ‘Nas’ olayı rafa kalkmış. Nas diye diye halkın paralarını bankaların kasasına kâr, sermayeye ucuz kredi olarak verenler, bir anda Nas’ı unuttu, faizler uçuşa geçti. Diyanet İşleri bir baksın bakalım, Nas Suresi yerinde duruyor mu?
Tam bu arada, açıklanan Orta Vadeli Program (OVP), sermayenin isteklerini ve sarayın niyetlerini ortaya koyuyor. İç sayfalarda iki ayrı yazıyla işlemeye çalıştık, meraklısı bakabilir. OVP, krizin yükünü işçi sınıfının sırtına yüklemeyi hedefleyen bir program açıkça.
Bu arada bizim Okur Yazar Takımı (OYT), programı mantıklı buluyor iyi mi? Onlara batıdan gelen bir şey verin, mutlu olsunlar. Gerisinin canı cehenneme!
Mesela işsizlik artacakmış. E, ne olmuş yani, her gün bir sürü insan intihar ediyor zaten. Daha kötü ne olabilir ki? İşsizlik artsa da çok şükür büyüyen ve gelişen mafya sektörü, 18 yaşında çocukları uyuşturucu ticaretine sokup, ellerinde Kalaşnikof’la ölüme yolluyor. Üstelik bu uyuşturucu yine emekçi çocuklarına leblebi gibi ulaşıyor. Ucuz işçi cenneti olan ülkemiz, şimdi de uluslararası çetelerin cirit attığı bir batakhaneye dönüşüyor.
Bir taraftan da, savaş gündemi giderek ısınarak devam ediyor.
Rusya ve Çin’i düşman ilan ederek hedefe koyan ABD/NATO önderliğindeki emperyalistler, kendi halleri de pek parlak olmasa da bölgemizde savaşı körüklemeye devam ediyor. ABD’nin bir ileri karakol ve tetikçi olarak organize ettiği T.C. ve güncel versiyonu olarak Saray Rejimi, bu savaşa balıklama atlamak için fırsat kolluyor. Tıpkı Suriye’de, Libya’da, Ukrayna’da olduğu gibi. Azerbeycan-Ermenistan çatışmasına direkt dalışı, Irak Kürdistanında Barzani sülalesiyle kurduğu kirli ittifak ve işlediği cinayetler, Suriye’de Siha’lı suikastler ve savaş kışkırtıcılığını sürdürmesi TC’nin rutini olmuş durumda.
Bu savaş işçilerin savaşı değildir. Komple saray şürekâsı, NATO sevici liberal ve “ulusalcı solcular” okumuş yazmış takımı önden gidebilir. Yanlarına mafya artıklarını da alarak.
Biz işçiler, bilelim veya bilmeyelim, bütün zenginliklerin kaynağı işçi sınıfının karşılığı ödenmemiş emeğidir. Ve bu öyle büyük bir soygundur ki, bütün sermaye sınıfının, onların yılmaz savunucusu bürokratların, işçi düşmanı kalemşörlerin, sendika mafyasının, tepeden tırnağa hepsinin zenginliği buradan gelir. Ve bu zenginlik zarar görmesin diye, işçi sınıfına yalanlar söylerler; “hepimiz aynı gemideyiz” gibi, “ulusal çıkarlar” gibi. Yetmezse sahte umutlar, seçimler gibi, o da olmazsa ters kelepçe, işkence, hapis…
Bir tarafta boylu boyunca karanlık, umutsuzluk. Ama diğer tarafta yeşeren ümitler var. Sınıf savaşı, en yaprak kıpırdamaz denen anlarda bile alttan alta devam eden bir mücadeledir. İşçi sınıfı, doğası gereği, çıkarları için bir araya gelmeye, haklarını korumaya çalışır.
Saray Rejimi’nin yarattığı baskı ve korku ortamında, umudu yeşerten süregelen direnişler devam ediyor. Her ay işçi sayfalarımıza sığmayacak kadar onlarca işçi direnişi yaşanıyor. Akbelen’de, Hatay’da, halk doğasına, yaşam alanlarına sahip çıkmak için ısrarla direniyor. Sesi kısılmak istenen kadınlar, ‘bizim kararımız direniş’ yanıtı veriyor. Öğrenciler, barınma sorununa, üniversitelerin akademik sorunlarından yemek ücretlerine; tüm sorunlarına karşı direnişi geliştiriyor. Analar, her seferinde gözaltına alınsalar da her cumartesi Galatasaray Meydanı’nda olmaya devam ediyorlar.
Umut direnişte yeşeriyor. Direnmek, yaşamakla eş anlamlı hale geliyor.
Şimdi bu direnişleri daha ileri taşımak tüm mücadeleci güçlerin sorumluluğudur. Birleşik Emek Cephesi gibi ortak bir zeminde, kendi renklerimizle ortak bir program etrafında birleşmek, günü kurtarmanın değil geleceği kazanmanın ihtiyacıdır. Daha örgütlü, daha bilinçli, daha güçlü direnişin yolu budur; kazandıracak olan da budur.
İnsan kalabilmenin, insanca yaşayabilmenin çağrısıdır örgütlenmek…
Şimdi yakınmanın, seyretmenin zamanı değil; örgütlenme zamanıdır.