İşçi Gazetesi – Manşet / Sayı – 197
Doğada ve toplumda hiçbir şey birden bire olmaz. Öncesi, bir hikâyesi, mutlaka vardır. Bugün yaşanan direniş gibi. Şubat ayının başında, kurye çalışanlarının yaktığı ateş hızla ülkenin dört bir yanına ve birçok sektöre yayıldı. Bununla eş zamanlı olarak, çok daha yaygın biçimde fatura yakma eylemleri ortaya çıktı. Bu, adına tüketici, abone, müşteri denilen kişilerin; toplumun büyük bir kısmını oluşturan işçi ve emekçilerin isyanı olarak gerçekleşti, daha da sürecek gibi.
2013’te, kendiliğinden bir eylem olarak gelişen Gezi Direnişi, Taksim’deki barikatların kaldırılması sonrasında, deyim yerindeyse derinleşerek hem ülkenin her tarafında, hem de tıpkı Gezi’de olduğu gibi birçok toplumsal mücadele alanında kendini devam ettirdi. Kadına dönük şiddete, doğanın talanına, üniversitelerde ortaya konulan uygulamalara, yaşam biçimlerine dönük saldırılara, hemen hemen her konuda bir direniş sürüp gidiyor. İşçi sınıfı da uzun zamandır sendikalaşma önündeki engellere, hak gasplarına karşı çoban ateşleri başında direniyor. Direniş bu günün gündemidir ama yeni değildir.
Grev hakkı grevle kazanılıyor!
Yeni olan; işçiler uzun zamandır, hatta 12 Eylül’den bu yana kullanamadığı grev hakkını fiili grevler yoluyla geri alıyor. Hemen her saat başı bir direniş haberi, hemen arkasından taleplerin kabul ettirilmesi ile biten bir başka direniş haberi geliyor. Cesaret gibi deneyim de bulaşıcıdır. Birbirinden cesaret ve güç alan işçiler, buzu kırıyor, yolu açıyor. Yaşanan işçilerin Gezi’sidir. Biliyoruz gözleriniz Taksim’deki kalabalıkları arıyor. Gezi, sarayın duvarlarının içene sızan kâbus, kendini bir çok yerel alana yayarak büyütmeye devam ediyor.
Eğer asgari ücret oransal olarak yüzde 50 arttırıldı ise, CHP Mersin’de ‘dillere destan’ bir miting yaptı ise, basın bürosu haline gelen DİSK bile miting yapmak zorunda kaldı ise, bütün bunların sebebi sürmekte olan direnişten duyulan korku idi. Buna rağmen, büyük çoğunluğu örgütsüz işçiler, ücretlerinin arttırılması için eyleme geçiyor ve haklarını çatır çatır alıyor.
Aslolan işçi sınıfının gündemidir!
Biliyoruz, ülkede gündemler çok çabuk değişiyor. Gündemi genellikle saray rejimi belirliyor, sözde muhalefet ise kitleleri bu gündemin peşine takmaya çalışıyor. Gündem seçim midir? Esas vazifesi emekçi kitlelerin öfkesini törpüleyip mücadele azmini kırarak evde oturmaya razı etmek olan sözde muhalefet, “sıkın dişinizi, seçime en fazla bir buçuk yıl var” diyerek, halkın sokağa çıkmasından korkan saraylılara can suyu taşıyor.
Kaldı ki, sandık daha 7 Haziran seçimlerinde toprağa gömülmüştü ve bu rejimin bir daha seçim yapıp yapmayacağı da esas olarak kendi iradesine bağlı değildir. AKP’yi Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) kapsamında dizayn edip iktidara taşıyan, Saray Rejimini kuran bunların emperyalist efendileridir; ABD-AB’dir. Seçimin yapılması, sonuçları, bu emperyalist güçlerin; göbeğinde Türkiye’nin yer aldığı bölgemiz üzerindeki kapışma süreciyle bağlantılıdır.
“Saray Rejimi’nin devamı mı, yoksa güçlendirilmiş parlamenter sisteme geçiş mi” tartışması, işçi-emekçilerin gerçek gündemi değildir. Bir taraftan ABD, diğer taraftan AB, kendi çıkarları için en uygun olan seçeneğin hangisi olacağının kavgasını yapıyor. Yoksa çoktandır bitmiş bir parlamento ve ölü siyasi partilerin bize vereceği hiçbir şey yoktur. Söz konusu halkın talepleri, işçilerin talepleri olduğunda, hepsi ama hepsi aynı saftadır; tam karşımızda!
Temel hizmetlerin kamulaştırılması zorunludur!
12 Eylül sonrasında başlayan özelleştirme saldırısı, taşeron çalışmanın dayatılmasına, sendikal örgütlenmenin kırılmasına hizmet etti. Ama bununla kalmadı. Halkın ihtiyaç duyduğu bütün alanlarda büyük bir vurguna, hizmetlere ulaşamamaya yol açtı.
Bugün, işçi çocukları eğitimden uzaktır. Sağlık, hem paralı hem çok pahalıdır. Özellikle büyük şehirlerde ulaşıma ayrılan bütçe ailelerin belini büküyor. Elektrik, su, doğalgaz faturalarını ödemek için işçiler kredi çekmek zorunda kalıyor. Adeta işçiler, beşli çetenin başını tuttuğu şirketlere kaynak aktarmak için çalışıyor.
Dört kişilik bir ailenin insanca yaşamak için alması gereken ücret, yüzde 50 artmış, asgari ücretin üç katına çıkmıştır. Bu şartlar altında, eğitim, sağlık, enerji gibi temel kamu hizmetlerinin kamulaştırma yoluyla ücretsiz hale getirilmesi işçilerin acil bir talebi olmalıdır. Faturaları yakma eylemlerinin bu taleple birleştirilmesi, sendikaların bu talebi gündeme almaları için işçiler tarafından basınç uygulanması gerekmektedir.
Birleşik Emek Cephesinin büyütülmesi acil ve günceldir!
Saray Rejimi’ni ortaya çıkaran başlıca etkenlerden ikisi Kürt halkının kırılamayan özgürleşme iradesi ve Gezi direnişinde vücut bulan toplumsal direniştir. Bu rejimin ana karakteri halk ve işçi düşmanı olmasıdır.
Anayasal haklarını kullanan işçileri gaz bombası, polis copu ile dağıtan, ters kelepçe takarak, “burada can kaybı pahasına sizi fabrikadan çıkaracağız” diyerek gözaltına alan bu anlayıştır. Her direnişe TOMA’ lar, binlerce polisle saldıran onlardır. Ne kadar diplere bastırmak istese de yine de karşısında direnişi bulan onlardır.
Saraylılar; iktidarı, burjuva muhalefeti ile; basını, yargısı, meclisi, diyaneti, tarikatları ile bir bütün halinde direnişin karşısında tam bir savunma halindedir bugün. Direniş ise hem yaygın hem de giderek kitlesel hale gelmektedir. Ama özü itibariyle örgütsüzdür. Devrimci güçler yeterince örgütlü, güçlü değildir.
Gücü büyüten örgütlü olma halidir. Basitçe ifade edersek; birlikten kuvvet doğar. Bugün ihtiyacı hissedilen şey, var olan direnişlerin birbiri ile organik bağlar kuracağı, birbirinden öğreneceği, gücüne güç katacağı bir örgütlenmedir. Biz buna Birleşik Emek Cephesi diyoruz.
Tüm ezilenlerin; bu yağma-rant-savaş rejiminin baskısına maruz kalanların, toplumsal mücadelenin parçası olanların bir araya geleceği, kendi talepleri, kendi renkleriyle yerini alacağı bir örgütlenmedir bahsedilen. Her direniş, kendi örgütlenmelerini oluşturmalı, Birleşik Emek Cephesinde bu örgütler aracılığıyla yerini almalıdır.
Direniş güçlerine, öncü işçilere düşen, bulunduğu yerde bu fikri yaymak, örgütlenmesine girişmektir.
İşçi sınıfının gerçek gündemi budur.