Zincir market mi dediniz? – Hakkı Taşdemir

Marketin kasasındaki genç yüklüce alışveriş yapmış müşteriye alışveriş tutarını söylemeden önce bir soru yöneltti:

Zeytinlerimiz indirime girdi almak ister miydiniz?”

Hayır teşekkür ederim…”

Bu kez bir başka soru yöneltti kasadaki genç, biraz da utanarak:

Peki bu zeytinden benim iki paket alıp sizin hesabınızdan geçirmeme izin verir misiniz? Bedelini ben size takdim edeceğim elbette. Akşam giderken eve kahvaltılık bir şeyler götürmek istiyorum da…”

Yukarıda gerçek hayattan alınmış bir diyalog var. Bir gerçekliği çarpıcı biçimde suratlara çarpan.

Herhangi bir ürünü nakil vasıtasından depoya, depodan rafa taşıyan, müşterinin satın aldığını kasadan geçirip bedelini tahsil eden insan, kimi zaman günde üç kez değiştirmek zorunda kaldığı fiyat etiketlerinin geldiği nokta karşısında çaresiz kalmış, eline geçen ücret ile alamadığını, indirimli fiyattan elde edebilmek için müşterisinden destek bekliyor.

Yabancılaşma denilen kavramı açıklayabilmek için daha güzel bir örnek bulunabilir mi?

Migros depo işçilerinin gerçekleştirdiği direnişle birlikte yeniden gündeme oturdu bu zincir marketler. Mesele Migros değil sadece. Kendilerini “organize perakendeci” olarak tanımlayan işletmelerin tümü bu yazının konusu…

Organize oldukları gerçektir de tanımın gerisi için aynı düşüncede değilim bunlarla. Bana kalırsa organize suç örgütü ifadesi daha çok yakışmakta bu işletmelere.

Ticarette perakendecidirler perakendeci olmasına da, iş hakkını arayan işçisini kapı önüne koyup işsiz bırakmaya, rüzgârın kuvvetli esmesi, denizin dalgalanması gibi nedenleri öne sürerek fiyat arttırmaya gelince ışık hızı ile toptancı oluverirler hepsi birden. Sadece işçileri değil, müşterileri de sömürme alanında yer alan varlıklardır onlar için.

Usta yazar Umur Talu bu durumu şöyle açıklamış:

Tabii, enflasyonun üstünde fiyat artışları ile enflasyonun altında ücret, maaş vb. artışlar “market”te buluşunca şu tablo çıkıyor ortaya; Size gülümseyen bir deterjan mesela…

Hem onu üreten işçinin, dağıtan kamyoncunun, hem markette çalışan gencin reel ücretinden ve hayatından alıyor…

Hem de gelir artış oranı bu etiket zamlarına yetişemeyen tüketicinin cebinden, ömründen!” https://www.gazeteduvar.com.tr/size-iyi-gelecek-makale

Yazının sonuna koyduğu açıklamada ise sadece kendi işçisini ve tüketiciyi değil aynı zamanda üreticiyi de sömürdüğünü belirten bir not koymuş ki burası çok önemli. Üreticiyi özellikle de küçük üreticiyi nasıl sömürdüklerini birkaç örnek ile açıklamaya çalışayım dilimin döndüğünce.

Öncelikle markete giren hiçbir ürün için hiçbir ödeme yapmadıklarından başlayalım söze. B2B, Sat-öde vb yöntemleri kabul ederek girebilir üretici bu marketlere. Bunun anlamı ise markete giren ürünün parasının ancak ürün satıldıktan sonra ödenmesi şartını kabul etmektir üretici için. Yani ürününü marketin ana deposuna teslim edecek daha sonra da ana depodan mağazaya, mağazadan teşhire, teşhirden tüketiciye ulaşmasını bekleyecek üretici parasını alabilmek için. Parasını satışı izleyen kaçıncı günün sonunda alabileceği ise onun pazarlık gücüne kalmış artık.

Bu kadar değil elbette. Marketteki ürünlerin son kullanma tarihleri yaklaştığında bir bildirim gönderilir üretici kuruluşlara. Markette bulunan ürünlerinin fiyatlarında iskonto yapmaları, aksi takdirde bu ürünleri geri almaları istenir. Çaresiz kabul eder üretici indirimi. Adına insört denilen boyalı kağıtlarda ilan edilen ucuzluk (!) böyle yaratılır. Sonrasında ise hala elde kaldı ise o ürün iade edilir üreticiye. Son kullanma tarihi geçmiş ya da geçmesine çok az bir süre kalmış ürün sonrasında ne olur? Bilemem. Bildiğim ise zincir market diye tanımlanan kuruluşların gerçekleşmeyen satışın tüm riskini üreticiye yıktıkları.

Bu kadarla bitmez üreticinin çilesi. Ürünlerini mağazalardaki dikkat çeken alanlara yerleştirmek istersen eğer ek para ödemek zorunda kalırsın. Daha da vahimi var. Piyasada yeni faaliyete geçmiş bir kuruluş isen eğer ürününün mağazalara kabul edilebilmesi için “mağaza giriş parası” adı altında bir bedel ödersin ki bunun benim lügatimdeki karşılığı “haraç” tır.

Tabi unutulmaması gereken bir başka konu da memleketteki perakende ticaretin yaklaşık yüzde 70’ini gerçekleştirirken pek çok bakkal, manav, şarküteri vb. küçük işletmenin katili oldukları gerçeği…

İşçisine, bırakın insanca yaşam sürdürmeyi, karnını doyurmasına yetecek bir ücreti ödemeyen, yüksek kâr marjları ile tüketiciyi, yaptığı satınalma sözleşmeleri ile üreticiyi sömürmeyi iş edinen bir sektörde faaliyet gösteren bir işletmenin zarar etmesi veya düşük kâr etmesi olası mı?

Bana göre hayır!

Bütün bu anlattıklarıma rağmen kâr etmediklerini açıklamışlarsa eğer bu durum gerçeğin yansıması değil de mevzuatı çok iyi bilen marifetli (!) bir muhasebecinin yarattığı sanal bir tablo olabilir ancak.

Böyle biline…

Son söz:

İşçisine düşman, tüketiciye düşman, üreticiye; özellikle de küçük üreticiye düşman, kısaca halka düşman bu marketler, ‘organize suç örgütü’ değil de nedir?

Alışveriş amacı ile bunlara ait bir mağazaya girmeden önce iyice düşünelim.

Ve;

Girmekten vazgeçelim!

Tabi bence…

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz