“Rotası çizilmemiş bir gemiye yardım etmez hiçbir rüzgâr/ Ama rota çizilmişse bir kere, asılmak gerek küreklere“
19 Mart’ta ortaya çıkan irade, toplumun bütün kesimlerinde düşüncelerin köklü bir biçimde değişmesini sağladı. Örgütsüz ve kendiliğinden gelişmiş olsa da, egemenlerin korkularını körükledi.
Bizim saflarda ise elbette ümidi büyüttü. Ama aynı zamanda, örgütsel anlamda güçlü olmamanın, merkezî bir örgütlenmenin olmayışının, sendika mafyasının gücünü kıramamış olmamızın nasıl bizlerin ayak bağı olduğunu gösterdi. İşte bu sonuçlar, bugünün görevlerini de önümüze koymuştur.
Saray Rejiminin rant-yağma-savaş ekonomisi politikaları toplumda büyük bir çürümeye yol açıyor. Süren ve gün geçtikçe derinleşen ekonomik kriz, başta gençler olmak üzere tüm kesimlerde yaşam sevincini, gelecek ümidini adeta emiyor. Çürüme ve ümitsizlik yaşamları kemiriyor.
İşte 19 Mart’ta başlayan direniş, özellikle üniversiteli gençlerin ortaya koyduğu direniş, hafızaları tazeliyor. Elbette bu bir Gezi Direnişi değildir ama ümitleri tazelemiş, sokakların gücünü hatırlatmıştır. 19 Mart’ta Beyazıt’ta yıkılan barikat, devlet için Saray Rejimi için hiçbir barikatta rahat olmadığını göstermiştir. Bu korku, 1 Mayıs’ta yıllardır yasak olan Kadıköy’ün yeniden miting alanı kabul edilmesine neden olmuştur. Arkasından örgütlenen boykot, etkisinden ziyade kitlelerin birlikte hareketinin egemenleri nasıl rahatsız ettiğini göstermesi açısından önemlidir.
Polis copu, sendika mafyası, burjuva medya; bu abluka dağıtılacak!
İlkler, örnek yaratma ve yayılma potansiyelleri nedeniyle önemlidir. Öğrenci gençliğin Beyazıt’ta barikatı yıkması, hızla barikatların yıkılabilir olduğunu gösterdi ve kendini yaydı. O günden bu yana yıkılmayan barikat yoktur. TÜPRAŞ işçilerinin Aliağa ve İzmit’te kurulan polis barikatlarını aşmaları örnektir. Bugünün bilinci, barikatlar aşılmak içindir. Yarının görevi, polis copu, sendika mafyası ve burjuva medyanın bilinçlere kurduğu barikatları yıkıp atmaktır.
Sendika mafyası, burjuva medyanın karanlığı ve devletin iç savaş hukuku uygulamalarını arkasına alarak, 1 Mayıs’ın nasıl Taksim’de olamayacağını örgütledi. Oysa kitlesel eylemlerin yıllar sonra ulaştığı boyut ve başta gençler olmak üzere Saraçhane kitlesinin talepleri bunun zıddı, Taksim’i işaret ediyordu.
Genel grev konusunda da sendika mafyasının tutumu, bunun neden örgütlenemeyeceği üzerinedir. Milyonlar açlık ve yoksulluk içinde hayatta kalmaya çalışıyor. Geniş tanımlı İşsizlerin sayısı 10 milyonu geçmiştir. Her gün ortalama 6 işçi çalışırken ölüyor. Aralarında çocuklarda var. Grev hakkı gasbedilmiş işçiler adeta silahsız bırakılmıştır. Alacaklarını isteyen bir işçi, güpegündüz, sokak ortasında patronun adamları tarafından linç edilerek öldürülmüştür.
Toplumun iradesi çalınarak seçilmiş milletvekilleri, belediye başkanları, belediye meclis üyeleri görevden alınmış üstüne hapishanelere atılmıştır.
Tüm bu olumsuz koşullara rağmen, Fernas işçilerinin açtığı yoldan işçiler Ankara’ya yürüyorlar. Birleşik Metal-İş üyesi işçiler, sarayın grev yasaklarını ayaklarının altında çiğnemiştir. Polonez’in cesur kadınları unutulmaz bir direnişe öncülük etmiştir. Antep’te Başpınar işçileri dayatılan köleliğe karşı ayağa kalkmıştır. TÜPRAŞ işçileri sefalet dayatmasına karşı fiilî grevle yanıt vermiştir. İşçi haberleri sayfalarımız her ay biraz daha genişliyor. Yurdun dört bir tarafında işçiler çoban ateşlerini yayıyor.
Bunlarla birlikte, kamu işçilerinin toplu sözleşme görüşmeleri sürüyor. Devletin çizdiği düşük ücret baremi burada ortaya çıkıyor. Memurların iki yıllık zammını belirleyecek görüşmeler yaklaşıyor. Yaklaşık 200 bin metal işçisini ilgilendiren MESS sözleşmeleri başlıyor. Her birinde sefalet ücretleri dayatılıyor. Ortak hareket etmenin hem olanaklı hem de meşru olduğu koşullarda, genel grevin neden olamayacağını işçilere vaaz etmek, patronlara, Saray Rejimine destek, işçilere ise ihanettir.
Direnmek haklı, zorunlu ve meşrudur!
İşçi sınıfının kurtuluşu kendi eseri olacaktır. İşçi sınıfı kendisiyle birlikte bütün ezilen sınıfların da kurtuluşunu sağlayacaktır. Bu, egemenlerin en büyük korkusudur. Kitlelerin örgütlü olmasını istemezler bu yüzden. Alışveriş boykotu, etkisinden ziyade, kitlelerin ortak hareket etmesini sağladığı için rahatsız etmiştir onları. Örgütlü toplum, sermayenin, Saray Rejiminin korkulu rüyasıdır. Bu yüzden örgütlenme fikrine saldırıyorlar. Gelecek kaygısı yaşayan, toplumsal sorunlara duyarlı, her alanda kayyum uygulamasına karşı çıkan insanlara terörist muamelesi yapmak, açık iç savaş uygulamalarıdır.
Asıl terörizm, işçileri diri diri madenlere gömen, her yıl 2000 civarı işçiyi sömürürken öldüren, işçiyi, emekliyi, memuru, esnafı sefalet içinde yaşatan sermaye ve devletinin politikalarıdır. Doğayı, yaşam alanlarını yağmalayıp kâr toplamaktır. Hakkını isteyen, geleceğine sahip çıkanların üstüne polisi jandarmayı salıp zindanlara atanlardır. Tüm bunlara karşı mücadele etmek ise bizim açımızdan zorunlu ve meşrudur.
Saray Rejimi seçimle gelmedi, seçimle de gitmeyecek. Saray Rejimini işçiler, kadınlar, öğrenci gençlik eylemleriyle gönderecek. Bunu Birleşik Emek Cephesi önderliğinde, örgütlü gücü ile gerçekleştirecek. Bizim zincirlerimizden başka kaybedecek hiçbir şeyimiz yok. Onların ise kaybedecek cennetleri. Hodri meydan!